Ankara’dan Şanlıurfa’ya kendi hayallerine yeni başlangıçlar eklemek için yola koyulmuş, karmaşık duygular içinde, umutla dolu bir yolda, bir öğretmen adayı… Şehre en sıcak döneminde, Ağustos’un kavurucu günlerinde, ilk adımımı attığımda asfalttan gelen buharı dün gibi hatırlıyorum. Bir de salatalık (hıyar diye bağıran) satan seyyar satıcıları… Güne, kahvaltıya, önceleri çok acı ama alışınca bir o kadar tatlı olan taş fırınlarda közlenmiş isot biberi ile balcan (patlıcan) ve de tırnaklı ekmekle başlamak her ne kadar kulaklarımı kızartsa da şimdi arıyorum o günleri. Buram buram tarih, kültür ve kebap kokan bir şehirde, Şanlıurfa’da, çalışıyordum artık.
Meslekteki ikinci yılımdı. Göreve yeni başlamış; ailesinden, memleketinden uzaklarda kendini ispatlamaya ve öğrencilerine adamaya çalışan bir öğretmen olarak elimden geleni yapmaya ve vaktimin çoğunu da öğrencilerimle geçirmeye çalışıyordum. Şehir merkezinin en kalabalık ikinci okulunda çalışıyordum. Okulumuz kalabalık ailelerden oluşan, gecekonduya benzeyen ama tam olarak gecekondu denilemeyecek şekilde, tıpkı içindeki insanların umutları gibi yarısı sıvanmış yarısı hala bitmemiş evlerden oluşan ve göç alan bir bölgedeydi. Okulumuzda sınıf mevcutları 45-50 arasındayken ve fiziki yetersizlikler çokça hissedilirken bu durum hem çocukları hem biz öğretmenleri zorluyordu. Kalabalık sınıfları ile yoğun bir okul çevresi vardı; ama bir o kadar bilgiye aç, gözleri parlayan, köylerden gelerek şehre alışmaya çalışan öğrenciler bizi oldukça motive ediyordu. Öyle ki kimi içinde bulunduğu durumun farkında bile değilken, çoğu, kara gözlü derin bakışlarıyla umudu bizlerde arayan öğrenciler vardı karşımızda. Bu durum bir şeyler yapma isteğini hep canlı tutuyordu. Hep eleştirmek, şikayet etmek yerine elinden gelenin en iyisini yapabilme güdüsüyle hareket eden bir öğretmen grubuna sahiplerdi. Hal böyleyken her yeni atanan ve mesleğini en iyi şekilde icra etmeye çalışan öğretmen arkadaşlar gibi ben de kolları sıvamıştım. Burası ilk görev yerim, Bağlarbaşı İlköğretim Okulu. Bu okul o dönemlerde içerisinde ilkokul, ortaokul ve anaokulu, hepsini bir arada barındıran 3000’e yakın mevcudu ile bir belde nüfusu kadar insan bulunduran, şehrin neredeyse en dışında kalmış bir okuldu. Şimdilerde şehrin merkezi yerlerinden biri olduğu haberlerini alıyorum.
Neyse gelelim asıl konumuza. 2008-2009 eğitim-öğretim yılında daha önceki senelerde de yapılmış olan bir yarışma duyurusu okulumuza geldi. Şanlıurfa İl Sağlık Müdürlüğü’nün düzenlediği Şanlıurfa il genelinde ilköğretim okulları arasında yapılacak olan ‘Sağlık Konulu Bilgi Yarışması’ ile ilgili bir yarışmaya katılacaktık. Okulumuzu temsilen okul müdürümüz beni görevlendirdi. 7. sınıf öğrencilerinden dört kişilik bir ekip kurarak çalışmaya başladık. Bu yarışma aynı zamanda GTV (Güneydoğu TV) isimli yerel televizyon kanalında canlı olarak yayınlanacaktı. Bu, işe ayrı bir heyecan katıyordu. İki kız ve iki erkek öğrencimizle boş derslerde, teneffüslerde ve okul çıkışında sağlık konuları ile ilgili çalışmalara başladık. Tabii ki çalışmalarımıza evlerde de devam ettik. Sağlık ile ilgili genel kültür bilgilerini, temel sağlık bilgilerini, yöresel-yerel sağlık çalışmalarını, hastalıkların isimlerini, kısa içeriklerini, konu ile ilgili kurum ve kuruluşları, tarihi bilgileri, belirli gün ve haftaları taradık, derledik, toparladık. Birbirimizle her gün yeni bilgileri paylaştık. Müthiş bir ekip çalışması yürütüyorduk. Bu bilgiler çoğalınca gruplandırma yaparak her öğrencinin isteğine göre konuları bölüştürdük. Mesela; sayısal bilgi içeren önemli tarihleri bir öğrencimiz alırken, hastalıkları başka bir öğrenci, belirli gün ve haftaları bir diğer öğrencimiz aldı. Fotokopiler ve notlar havada uçuşuyordu. Bu işi çok ciddiye almıştık ve artık dönüşü yoktu. Çocuklar zehir gibiydi, ne versen alıyorlardı. Bu da ayrı bir şevk veriyordu bize. Tekrarlar, hatırlatmalar, kısa notlar, internet taraması vb. çalışmalarla iyice bilenmiştik. Çocuklar çok zevk alıyordu, yeni bilgileri, daha önce duymadıkları hastalık isimlerin öğrendikçe hem şaşırıyor hem merakları artıyordu. Ayrıca okullarını temsil etmek hem özgüvenlerini artırıyor hem de çok hoşlarına gidiyordu.
Yarışmanın bir de ödülü olacaktı. Bu ödül öğrencilerimiz için harika bir şeydi: Dizüstü bilgisayar, yepyeni kutusunda ve garantili. Neyse fazla uzatmayalım yarışma günleri geldi çattı. Heyecan doruktaydı, hem bende hem çocuklarda. Birinci turu rahat geçtik. Çocuklar için bir antrenman gibi oldu. İkinci turda biraz zorlandık ama çok başarılı bir şekilde tüm soruları doğru cevaplayarak finale kaldık. Kazandıkça özgüvenimiz artmıştı ve artık finalden o kadar korkmuyorduk. Tüm okul bizi konuşuyordu. Televizyondan da tüm Şanlıurfa bizi izliyor diye tahmin ediyor kendi çapımızda meşhur olduk diye gururlanıyor hatta şakalar bile yapıyorduk.
Çok çekişmeli, heyecanlı bir final yarışması başladı. Kalbimiz yerinden fırlayacak halde velilerimizden de birkaçı, matematik öğretmenimiz ve müdürümüzle beraber stüdyoda yarışmayı takip ediyorduk. Çok çalışmıştık; severek, isteyerek ve motivasyon üst düzeyde. Başa baş giden yarışmada bir soru farkla tabii ki de biz kazandık. Mükemmel bir sonuçtu, havalara uçtuk. Çocukların heyecanı, başarısı ve gözlerimiz dolu dolu, eller titremekte. Başlangıçta kimsenin beklemediği bir sonuçtu belki de. Okulumuzun tarihine de geçmiştik. Belki de başka başarılar için bir yol açmıştık, örnek olmuştuk diye düşünüyordum. Bulunduğumuz bölge itibariyle çocuklarımızın böyle bir başarı göstermesi gerçekten gurur vericiydi. Özgüven, cesaret, öğrenme aşkı, rekabet, tüm olumsuzluklara rağmen çalışınca nelerin olabileceğini göstermek adına bir örnek olduk. Okulumuz ve çevresi için, aileler için, okumak için, eğitim için küçük ve güzel bir örnek.
Okul müdürümüz çok sevinmişti. Çocuklarımız gıcır gıcır dizüstü bilgisayarlarını almışlardı ve evlerine ilk defa bir bilgisayar girecekti. Müdürümüz ertesi gün bizleri odasına çağırttı. Bir demet çiçek yaptırtmıştı. Şanlıurfa İl Milli Eğitim Müdürlüğüne gideceğimizi söyledi. Hep beraber, müdürümüzün arabasıyla, şimdi ismini hatırlamıyorum il milli eğitim müdürünü ziyarete gittik. Her yerden tebrikler yağıyordu. Çeşitli kurumların web sayfalarında, gazetelerde haberlere konu olmuştuk. Meşhurduk artık. Kim bizi tutabilirdi ki? Nitekim yarışmaya katılan öğrencilerimiz daha sonraki yaşamlarında liseye ve de üniversiteye yerleşirken güzel başarılar elde edeceklerdi. Daha sonra okulumuzda bir kutlama töreni yapıldı. Çocuklar kürsüye çıkarıldı. Bana plaket verildi. Bu plaketi hala özenle saklarım. Hepimiz alkışlandık, muhteşemdi.
Peygamberler, şairler ve yazarlar şehri Şanlıurfa’dan ayrıldığım zaman içim buruktu. Ama işimi hakkıyla yapmanın verdiği huzurla ve öğrencilerimin yüreklerine dokunabildim umuduyla terk ediyordum bu güzel diyarı. Öğrencilerim güzel okullar, güzel meslekler kazandı. Hatta kız öğrencilerimin ikisi de tıp fakültesini kazandı. Birisi İzmir’de diğeri yanı başımda Ankara’da okuyor. Doktor olacaklar. Ne de olsa sağlık bilgi yarışmasından birçok şeyi duydular, okudular, öğrendiler. Erkek öğrencilerimizden birisi İlahiyat Fakültesi’nde diğeri de İnşaat Mühendisliği’nde okumakta. Halen görüşüyoruz. Bir öğretmen için en büyük gurur kaynağı ve hazine bu olsa gerek. Onlar benim ilk gözağrılarımdı.