Kitap günleri ülkelere göre farklılık göstermekle birlikte internetteki bilgilere göre “Dünya Kitap Okuma Günü” 2 Mart’tır. 1995 yılında UNESCO tarafından ilan edilmiştir. Yerini 23 Nisan’da “Dünya Kitap ve Telif Hakkı Günü” almıştır. Hala yüzden fazla ülkede kutlanmaktadır. Kasım ayının ikinci pazartesinden başlamak üzere yurdumuzda tüm hafta boyunca “Çocuk Kitapları Haftası” kutlanır. Mart ayının son Pazartesi günü ile başlayan hafta “Kütüphanecilik Haftası” olarak kutlanır. Diğer belirli ve önemli günlerde olduğu gibi bu gün ve haftalarda insanlar dost, arkadaş, akraba ve çocuklarına kitap hediye etseydi ne güzel olurdu. Okuyan, anlayan ve dinleyen insanlardan oluşan daha huzurlu bir toplum olmaya katkısı olabilir.
İlimiz İstanbul kitap konusunda oldukça şanslı sayılır. Öncelikle kitapsever, kütüphanelere ve kitap okumaya önem veren bir valimiz var. Kendi ifadesiyle kitap sayısı konusunda koyduğu hedef; okul kütüphane ve kitaplıklarında var olan tüm kitap sayısını görevi süresince iki katına çıkarmak. Daha iki yılı bile dolmadan hedefin yarısına ulaşılmış. Eğitim yöneticisi olarak bu kampanyanın coşkuyla devam ettiğine bizzat şahidim. İstanbul Valiliği tarafından temin edilerek gönderilen kitapları eğitimci-yazar olarak inceliyorum.
İlgimi çeken son kitap “Küresel Sermaye ve Eğitimin Dönüşümü” Hece Yayınlarından çıkan kitabın yazarı Prof. Dr. İsmail Aydoğan ve Mutlu Sadık Fidan. İlk baskısı Ocak-2024’te ikinci baskısı ise mayıs ayında yapılmış. “Giriş, Kapitalizmin gelişimi ve paradigmanın değişimi konusuyla başlayan kitap; komplo teorileri ile derin gerçekler arasındaki savaş, İlluminatinin yükselişi, Küresel sermayedar Rockefeller Ailesi-Vakfı, Dış İlişkiler Konseyi, Trilateral Komisyon ve Bilderberg, Chicago Üniversitesi, Sosyal Bilimler Araştırma Konseyi” konuları ikinci bölümü oluşturmuş.
Üçüncü bölümde; “Tanzimat döneminden Cumhuriyet döneminin ilk yıllarına kadar Küresel Sermayenin Türk Eğitimine Etkisi, Tanzimat ve Islahat dönemi, I. ve II. Meşrutiyet dönemi, Cumhuriyet dönemi, Bursiyerler üzerindeki etkileri, Tıp eğitimine etkileri, Robert Kolejinden Boğaziçi Üniversitesine” konuları bulunmaktadır.
Dördüncü bölümde ise “Cumhuriyet döneminin başlangıcından günümüze küresel sermayenin Türk Eğitimine etkisi, Ulusötesi yapılar ve eğitim, Rockefeller ve eğitim, Yükseköğretim sisteminin dönüşümü, Sosyal bilimler üzerindeki etkileri, Araştırma metodolojisi üzerine etkileri, Fulbright Bursu” konularından oluşmaktadır. Beşinci son bölümde ise sonuç yazılmıştır.
İsmiyle dikkatimi çeken ikiyüzyirmidört sayfalık ve yüzyetmişdokuz yerli-yabancı kaynağa atıflarla hazırlanmış bu kitabı satır satır altını çizerek not alarak okudum. Bu kitabın lise öğrencilerinden daha çok tüm eğitim yöneticilerinin ve öğretmenlerinin okuması lazım. Kendi ifadesiyle bu kitap, isminden anlaşılacağı üzere “küresel sermayenin toplumlar ve insanlar için hazırlayıp sunduğu çerçevesi çizilmiş eğitimin, içeriği oluşturulmuş imkân ve fırsatların yeni tür sömürgecilik biçimi olduğu” tezini işlemektedir.
Bu kitapta yazdığına göre; güçlü ve egemen olanın her zaman takip ve taklit edilerek sistemi-süreci ve yapılanları diğer ülkeler tarafından alınmaya çalışılmış. Modern toplumun kurgulanmasında eğitim, araç olarak da okul kullanılarak zamanla bir meta haline dönüşmüş. Eğitimle insandan öte nitelikli işgücü ve evrensel insan yetiştirmesine daha önem verilmiş. Teknik gelişmelerle verimlilik artışı, daha fazla üretmek için daha çok insanla daha yoğun çalışmak bunun için de çalışanların becerilerinin artırılmasının yolu eğitimden geçmeliydi. Eğitim özel okullar yoluyla özelleştirilerek ticarileşmeye başlamış bu sayede de devletten bağımsızlaşarak okullar finansal açıdan özerkleşmiş ve yerel işletmeler gibi yaygınlaşmıştır.
Dünyayı iletişim ve ulaşım imkânlarıyla küçük bir köye çeviren üstün silah güçleriyle kontrol edebilen küresel güçler; sermayenin, malların ve insan kaynağının serbest dolaşımını sağlayabilmek için eğitimden yararlandılar. Kapitalist toplumun normları, değerleri ve fikirleri okul aracılığıyla üretimi daha kaliteli, verimli ve hızlı yapacak insan üretecekti. Eğitim, ekonomi yönetimleri tarafından iş hayatı, toplum ve insanlık için yeniden tasarlandı. Sürdürülebilir olması için eğitim tüm dünyada zorunlu hale getirildi.
Küresel sermaye sahipleri bu konuda daha ileri giderek eğitimi kullanarak devlet yönetimlerini istedikleri gibi yönlendirmeyi hatta ele geçirmeyi başardılar. Güçlü ülke ve devletler yerine manipüle edebilecekleri küçük devletçikler oluşması için bölücü fikir ve faaliyetleri yaygınlaştırarak kimi zaman da bu iç kargaşaları bitirip demokrasi getirmek adına ülkeleri askerleriyle işgal ettiler. Petrol ve yer altı zenginliklerini ipotekleri altına aldılar. Kurdukları vakıflar ve okullar aracılığıyla hayırseverlik kisvesi altında batı kültür dünyasını benimseyen insanlara burs vererek ülkelerinde yetiştirip kendi ülkelerine geri gönderdiler. Bugün bile halkın yakından tanıdığı yakın geçmişte önemli siyasi görevlerde bulunmuş kişiler bu şekilde yetiştirilmiştir.
Rothschild ve Rockefeller Ailesi gibi zenginlerin sahip olduğu karteller oluşturmuş global şirketler; Milletler Cemiyeti, Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, Dünya Bankası, Uluslararası Para Fonu, Avrupa Birliği gibi dünyanın her yerinde ülke politikalarını belirleyen hatta yönetimlerini değiştiren karar organları aslında tek bir yönetim ağı tarafından uluslar arası sermaye çıkarlarına göre hareket etmek üzere kurulmuş. Bu duruma “dünya beşten büyüktür” diyebilen cesur biri sadece Cumhurbaşkanımız olmuştur.
Tüm dünya insanlarının refahını temin ve teşvik için kurulan ve söylemlerde bulunan bu oluşum, kurum ve kuruluşlar güçlü olanların yanlışlarına göz yummaktadırlar. Sosyal ve uygulamalı bilimler yani eğitim kullanılarak ülkelere çok ciddi bütçeleri şartlı destek-hibe ve krediler verilerek araştırmalar yaptırılarak eğitim sistemleri yeniden düzenlenmeye ve kontrol altına alınmaya başlanmış. Bu çalışmalar kimi zaman bilinen ama gizli yapılan toplantı ve buluşmalarla şekillendirilmiş. Tek dünya hükümeti kurma hedef ve hayallerini gerçekleştirmek için her konuda işbirliği yapmaktadırlar.
Veli eğitimi ve çocuk yetiştirme uygulamalarına liderlik edecek anne akademisyenler yetiştirmeye, müfredatı uygulama ağırlıklı endüstrinin ihtiyaçlarına göre oluşturmaya bunun için önde gelen üniversitelerin akademisyenlerine raporlar yazdırdılar. Yabancı ülkelerdeki eğitimleri yönlendirmek amacıyla Colombia Üniversitesinde uluslararası öğretmen yetiştirme enstitüsü kurdular. Cumhuriyet sonrası ülkemize davet edilen uzman J. Dewey burada çalışmıştır. Milletler Cemiyetinin kurduğu “Yeni Terbiyeciler Ekibi ve Uluslararası Entelektüel İşbirliği Enstitüsü” nün fikir babasıdır. Bu ve türev kurumlarda Türk Eğitim politikalarını belirleyen aktörleri yetiştirmişlerdir. Aslında bu dönemde modernleşme ve Batılaşma hareketi yerine ABD yanlısı politikalara dönüşmüş hatta bu eğitimleri alanlar Kurtuluş Savaşı öncesinde Amerikan mandasına girmeyi bile teklif edebilmişlerdir.
Osmanlı coğrafyasında kurdukları çeşitli okullarda yetiştirdikleri insanları devlet yönetiminde yetkili konumlara getirerek ülkeyi ekonomik kültür sosyal ve siyasi gelişmelerle çıkarlarına uygun hale getirdiler. ABD hayırsever vakıfları destekli 426 okul açılmış 25 bin öğrenci eğitilmiş olması bunu açıklamaktadır. Bununla sadece Türkiye değil Ortadoğu ve Müslüman coğrafyadaki ülkeler hedef alınmıştır.
Ülkemize önerilen politikalarla geri kalmış ve gelişmekte olan ülkelere dayatılan eğitim modernizasyonuyla tarımda verimlilik, köy enstitüleri, meslek elemanları yetiştirilmesi tavsiye edilerek kendilerine ürün ve makinaları için pazar oluşturmaya çalışılmıştır. Hijyen ve halk sağlığı adına ülkelerin nüfus planlamasına etki etmişlerdir. Yurtdışından gelen uzmanların raporlarındaki tavsiyelerin çoğu hayata geçirilmiştir.
Tanzimat Fermanıyla eşit haklara sahip olan azınlıklar Islahat Fermanıyla da ticaretle zenginleşmeye başlamıştır. Dış destekle Osmanlı Bankasının kurulmasıyla ekonomi kontrol altına almaya ve Türk Milletinin kökleriyle kültürel bağlarını koparmaya çalışmışlar. Güya dini misyonerlik ve hayırseverlik adıyla faaliyet göstererek gönderilen uzmanlar ülkemizde derin analizler yaparak tüm sosyo-kültürel-ekonomik yapıyı sistemli olarak dönüştürme yardımında bulunmuşlar. Tarihi arkeolojik kazıları finanse ederek çıkan nadide eserleri yurtdışına kaçırıp ünlü müzelerde sergilemişlerdir.
II. Abdülhamit devleti eski gücüne kavuşturmak için merkeziyetçi devletçilik, eğitimi ve dini yetkileri kullanarak Satı Bey ve Emrullah Efendiyle maarif ıslahına başlanmış. Güzellik-iyilik-doğruluk ve duygu-irade-zihin eksenli yeni tarz okul binaları ve kitaplarıyla eğitimi sihirli bir misyon olarak kullanmaya çalışmış. Doğu-batı senteziyle müfredat oluşturulmuş “Sultaniler” açılmıştır. Eğitimle devlete sadakat, topluma uyum ve siyasal birliğin sağlanması ideolojik hedefe ulaşmak amaçlanmış.
Eğitimin her şeye hâkim olabileceğinde herkes ittifak etmesine rağmen bugüne kadar kimin kurguladığı ve nasıl bir eğitim konusu hala tartışılmaktadır. 1857 de Maarif Nezareti kurularak 1869 da Fransa etkisiyle eğitime dair işler için Maarifi Umumiye Nizamnamesi yayınlanmış. Seçkin bir sınıf yaratmak için Belçika, Fransa ve Almanya’ya öğrenci gönderilip dönünce önemli makamlara getirilmiştir. Hâkim görüş dışında fikirleri olanlara değer ve görev verilmemiştir.
RFV, 1983’e kadar yurtdışında 162 öğrenci, ülkemizde de 119 kişiye destek vermiştir. Burslar ülkelerinde liderlik pozisyonunda bulunacak öğrencilerle sınırlı tutulmuştur. Ford Vakfıyla birlikte Türk Toplumunun modernizasyonu için Halk sağlığı, tıp başta olmak üzere tarım, eğitim, bilim, sağlık, sosyal bilimler, iş ve endüstri başta olmak üzere perde arkasında sessiz kalarak kilit kesim ve kurumları geliştirip desteklemişlerdir. Bu süreçte basın, gazete ve dergileri kullanarak makale ve haberlerle politikalarını desteklemeyi ihmal etmemişlerdir.
E.M. Wood’a göre; “Mesleki eğitim, sermayeyi düşük ücret ekonomileri kendisine çekecek üst düzey becerilere sahip bir işgücü yaratılmasıdır. Bu yaklaşıma göre, mesleki eğitim öğretim iktisadi hastalıkların temel ilacıydı”. Bu kitapta çözüm olarak sunulan “Kültür Temelli Eğitim ve Kültürel İnsan Modeli” ile insan yetiştirme düşüncesine dayanan kültür ve ahlakın temel alındığı, yerli-milli ülkemizin tarihi, kültürü, ihtiyaçları ve hedeflerine uygun eğitim sistemi varoluş, bağımsızlık ve kişiliğin korunmasının da teminatı sayılmaktadır.
1990’lı yıllardan itibaren Türk Eğitim sistemini etkileyen dış finans destekli onlarca proje büyüklüğü, amaç ve hedef kitleye bakarak uluslararası standartlarda teknik-sosyal-kurumsal yapısal dönüşümlerin gerçekleştiği görülmektedir. Yabancı uzman istihdamı zorunlu olan bu projelerle eğitim piyasa şartlarına uyarlanmaya çalışılmış. Amaçlarına ne kadar ulaşıldığını da PİSA ve TIMMS vd. gibi sınavlar sonrası yazılan raporlarla yönlendirmeler ve etkilemeler devam etmektedir. Stratejik planlama, Okul Gelişim Yönetimi ve TKY gibi uygulamalar okullarda yaygınlaştırılarak piyasa şirketlerindeki gibi müşteri-çalışan mantığına evrilmeye ve şirket temelli okullara dönüşmesi hedeflenmiştir.
Okul yönetimi ve müdürler asli görevi eğitim yönetimi işlevinden gitgide uzaklaşarak şirket patronlarına dönüşmüş ve konulan hedeflere ulaşmak için sürekli mali kaynak arayışları ve okul-aile birliği katkısı artmaya gönüllü bağış yerini aidata bırakmıştır. Bologna Deklarasyonunda mesleki teknik lise mezunlarının üniversite girişinde eşit puan verilerek kayıt oranları artması kararı, 2010 yılında ülkemizde de uygulanarak katsayı uygulaması kaldırılmıştır.
Dayatılmaya ve aktarılmaya çalışılan eğitim sistemi ülke ihtiyaçları yerine küresel sermayenin beyin göçü ihtiyacını karşılar hale gelmiştir. Eğitim gitgide yerel ve ulusal ihtiyaçları karşılamaktan uzaklaşmaya başlamıştır. Bugün İŞKUR, gazete ve kariyer sitelerinde yer alan iş ilanlarına ve iş hayatının açıklamalarına bir de akademisyenlerin geleceğin meslekleri raporlarına bakıldığında örtüşmediği apaçık görülecektir. Bu tavsiyelerle her iki okuldan birinde Bilişim Teknolojileri Alanı açılmış ve öğrenci sayısı en çok alan olarak ilk sıraya yerleşmesine rağmen sektörde gözle görünür bir değişim yapmamıştır. Günümüzde toplumunda insanlar; insanın robot olmadığına ikna edilen robotlar haline getirilmiştir. Üreten değil daha çok tüketen bireylere dönüştürülmüştür.
Bir milletin özgürlüğü eğitim ile kazanılıp korunabilir. Bu sebeple ülkelerin eğitimleri kendi geçmişine, tarihine, dinine, kültürüne uygun yerli ve milli olmalıdır. İnsanın evrimleşmediği hala insanca yaşamaya devam ettiği bunun için ilahi güzelliklere hakikatlere ihtiyacın devam ettiği açıktır. Eğitim, toplumların kendi kültürleri ve ihtiyaçlarıyla şekillenmelidir. Kültürlerini bilmeyen, yok sayan veya benimsemeyenlerin eğitimle ilgili çözüm üretmeleri fayda sağlamayacaktır.
Uzun zaman ülkemizin geleceğinin her konuda batılılaşma olduğu zannedildi. Toplumu dini değerlerinden ve kültüründen uzaklaştıran kimliksizleştiren eğitim politikaları çözüm olmamıştır. Hiçbir ülke kendi eğitiminin tamamen yerli-milli olduğunu söyleyemez. Dünya ülkeleri, deneyim ve birikimlerinden faydalanarak taklit-kopyalama yapmadan hedef ve ihtiyaçlarını karşılayacak kendi eğitim sistemini oluşturmalıdır.
Büyük bir emekle hazırlanmış bu çalışmada; küresel sermayeye, güçlü gelişmiş ülkelerin diğerleri üzerindeki hesap ve çalışmalarına karşılık sunulan “kültür temelli eğitim” sosyo-kültürel ve insani-ahlaki ihtiyaçların dışında kendine yetebilen birey-toplum-ülke olmak için ekonomik üretkenliğin nasıl sağlanacağına yönelik bir yorum ve çözümde bulunmamalarını bir eksiklik olarak görüyorum. Kültürden bu kadar bahsetmişken yüzyıllarca topraklarımızda başarıyla hizmet vermiş “Ahilik kültürü ve meslek ahlakı, sistemi ve ekonomi modeli” kelimesinden bile bahsedilmemiş olmasını ve son olarak “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” hakkında bir cümle yer almamış olmasını umuyorum sonraki baskılarda ekleyerek düzeltirler.
Tüm bu uzun açıklamalar birlikte değerlendirildiğinde MEB geçen yıl açıklanan bu yıl 1–5–9. Sınıflarda uygulamaya konulan “Türkiye Yüzyılı Maarif Modeli” yeni eğitim sistemi ve müfredatı geleceğin güçlü Türkiye’sini inşa edecek yeni yerli-milli eğitim modeline geçmiş olması çok önemli bir başarı sayılmalıdır.