Toplumun çıkarlarını kendi çıkarlarının önüne alan, insanlığın geleceği için her türlü olumsuzluğa göğüs gererek, millet ve memleket sevdalısı eğitimin fedakâr çalışanları; öğretmenlerimize ve okul yöneticilerine ithafen, yine bir eğitimcinin yazdıklarından bir özet paylaşmak istiyorum. Çocukluğu ekonomik sıkıntılarla geçip öğretmen olma yolunda ilerlerken insanlara faydalı olan ve sevdiği işi yapanların mutlu ve huzurlu olacağını, karşılarına çıkan zorluk ve olumsuzluklarla mücadele ederken sabretmek gerektiğini genç yaşta anlamış bu meslektaşım.
Aldığı okul yöneticiliği sorumluluğunun hakkını vermek ve örnek çalışmalar yapmak için çabalarken toplumu oluşturan bireylerin hemen hepsinin eğitimcilerin elinden geçtiğini, bu esnada onlara daha çok eğitimin insani boyutlardaki tutum ve davranışlarını geliştirilmesiyle hayata hazırlanmaları daha önemlidir.
Yazdıklarıyla; eğitimle teması olacak herkesin, bir okulun nitelikli hizmet verebilmesi için nelere ihtiyacı olduğunu ve çalışanlarının nasıl çabaladıklarını bilmesi için farklı bir pencere açarak sisteme faydalarını artırmayı hedeflemiştir. Bunları yazarken birçok fikir insanı yanında, “insanlar bir şeylerden şikâyet ediyorsa yerine daha güzel bir şey koymalıydı…” diyen Alev Alatlı’dan ilham almıştır.
İstanbul’un yoğun göç alan bir semtinde eşi de öğretmen olan bu yöneticinin iki de çocuğu bulunuyor. Krediyle aldıkları daire ve sonrasında arabayla kendilerine göre bir hayat kurmuşlardı. Ağır bir hastalığa yakalanmış ve uzun süre hastanede, evde ve ayakta tedavi görmüştür. Aynı binada hem ilkokul hem de ortaokul olarak hizmet veren bir okula müdür olarak görevlendirilmiştir. Kendisini topluma ve insanlığa hizmet etmesi gereken toplumun ileri geleni olarak görmekteydi.
Bu zamana kadar hep müdür yardımcısı olarak çalışmıştı. Daha ilk gün okul müdürlüğü görevine başlamak için okulun kapısına geldiğinde, kapının önünde birkaç velinin, “yüz lira kayıt parası mı olur? Biz niye veriyoruz? Devlet versin!” diye konuşmalarına şahit olmuştur. Okulun müdür yardımcılarıyla tanışıp göreve başladığında; okul hakkındaki sözlü malumatlardan önce idare odalarının görüntüsü, demirbaş malzemelerin yıpranmış, kırık-dökük halini görünce daha ilk günden yapacak çok işi olduğunu anlamıştır. Öğretmenliğin gerçekte sınıfta öğrenilmesi gibi okul yöneticiliği de göreve başlandıktan sonra karşılaşılan zorluklarla öğrenilecekti. Önce okul binasının ve bahçe alanının her köşesinin resimlerini çekti. Gördüğü çeşitli aksaklıkları not alarak yapılması gerekenleri kısa-orta-uzun vadeli olarak planladı. Yazarın detaylı olarak anlattığı manzarayı, şu anda böyle bir durum kalmadığı ve yazılanları tekrar bile edecek olsak olumlu eğitim algısına zarar verebileceği için gerek görmüyorum. Ancak uzun zaman bu eğitim kurumunda bir yönetim zafiyeti yaşandığının anlaşıldığıyla yetineceğim.
Okulun uzun zamandır el atılmamış başta bina dış görünüşünün boyanarak güzelleştirilmesi gerekiyordu. Ancak okul-aile birliği hesabında yeterli miktarda para olmadığını öğrendi. Öğrenci velileri çoğunlukla birinci ve beşinci sınıfa kayıt olurken zar-zor az miktarda bağış yapıp sonraki yıllarda ise “Devlet versin” diyordu. Zaten paranın çoğu da yeterli kadrolu hizmetli olmadığı için çalıştırılan personele veriliyordu. Bunun için ilçe yetkilisiyle konuştuğunda; bu konuda ödenek olmadığını, sistem üzerinden onarım için başvuruda bulunması gerektiği, bir anlamda da “Devlet versin” cevabını almıştır. Bu talebin onaylanması halinde bile ödeneğin gelmesinin okulların açılmasına yetişmeyeceğini de biliyordu. Okul-aile birliği başkanı ve üyelerini okula davet ederek tanıştı, durumu ve sorunları paylaştı. Hesapların daha düzenli tutulmasını tembihledi.
Çevresindeki okul müdürü arkadaşlarını da düşünerek ben nasıl bir müdür olmalıyım ki” mevzuatı uygulayarak hem başarılı hem de sevilen bir yönetici olabilirim” konusunda epeyce kafa yormuştu. Ona göre iyi bir müdür, işlerini yakından takip etmeli, yönlendirmeli, öğretmen ve yardımcılarına da liderlik yapmalıydı. Öncelikle insanlarla iletişiminin ve ilişkilerinin de çok iyi olması gerektiğini biliyordu.
Okulun ihtiyaçları için ilçe/il belediyesi yetkilileriyle de irtibata geçerek çözümler üretmeye çalıştı. Okula kaynak kitap temin eden kişiye ulaşarak gelecek yılın kitaplarına karşılık okulun boya konusunu çözdü. Okulda öğrenci ve öğretmenlerde aidiyet duygusu oluşturabilmek için tanıdığı bir arkadaşına amblem-logo tasarlattı. Bunları öğrenci, veli ve öğretmenleriyle paylaşarak son haline verdiler. Komşu okulların müdürleri, tanıdığı dost ve arkadaşları ziyaretine gelmeye başladılar. Her gelenle okulun durumunu ve ihtiyaçlarını paylaşmaya başladı. Kimisi kendiliğinden birkaç eksiği üstlendi. Kimisine de kendisi yardımcı olmasını teklif etti. Öğretmenler odasından başlayarak hizmet odalarını yenilemeye ve güzelleştirmeye başladı. Öncelikle öğretmenlerin teneffüste ve boş zamanlarında rahat edeceği, huzur duyacağı ve derse hazırlık yapabilecek hale getirdi.
Fotokopi makineleri eskimiş olduğundan bakım ve onarım maliyeti yüksek çıkıyordu. Ekonomik durumu iyi olan okullarda bilgisayar yazıcıları ve fotokopi makinelerinin anlaşmalı bir firmayla yıllık bakım sözleşmesiyle çalışılıyordu. Aynı ilçede seçkin bir lisenin müdürü olan arkadaşına giderek bu konuda fikir danıştı. Müdür arkadaşı bir hemşeri derneğinin okula yeni bir makine bağışladığını kendisine verebileceğini söyledi. Ancak yakın çevresindeki idarecilerin onun yanına gitmeyin yoksa sizden mutlaka okulun bir eksiğini ister diye konuşmaya başladığını duyunca artık bu yöntemden vazgeçmek zorunda kaldı.
Ortaokulda 45 öğretmen normunda sadece üç tanesi kadrolu, ilkokulda 36’dan 12 tanesi kadrolu öğretmen varken geri kalanı ise ücretli çalışmaktaydı. Öğrenci ve öğretmenlerin sınıflara şubelere dağılımını adaletle yapmaya çalışmış ve okulda öğretmen merkezli bir yönetim anlayışının faydasına inanmıştı. Bağış yapmak şartıyla da olsa kesinlikle seçme bir sınıf oluşturmamış ve sınıf listelerini de değiştirmemişti. Sınıf mevcutlarını da eşit sayıda dengelemişlerdi.
Okul ilk günü neşe içinde geleceğin umudu yaklaşık 1500 öğrenciyle İstiklal Marşımızı okuyarak ilk zili çalarak eğitime başlamışlardı. Başta kendisi, müdür yardımcıları ve nöbetçi öğretmenlerle her zaman bahçede ve koridorlarda öğrencileriyle ilgilendiler. Bu koşuşturmada kendi sağlık sıkıntılarını bile ihmal etmişti. Sabah yedi buçukta başlayan mesaisi 12 saate yakın sürüyordu.
Okulun kamera ve seslendirme sistemi de çalışmıyordu. Müdür yardımcılarıyla yaptığı idari toplantıda okulun karşılayamayacağı bu masrafı etrafta tanıdıkları zengin ve esnaflardan destek isteyerek çözmeye karar verdiler. Birlikte en iyi tanıdıkları ilk esnafa gittiklerinde okulun acil ihtiyaçlarını anlattılar. Dikkatlice dinleyen esnaf, “… Devletimiz bunları karşılamıyor mu?” cevabı sonrası size döneriz diyerek bürokratik/politik bir edayla yolculandılar.
Aynı gün okula iki ziyaretçi gelip okul müdürüyle görüşmek istediler. İnternete, İstanbul’un en ihtiyaçlı okulu diye yazdıklarında karşılarına bu okulun çıktığını, okula yardım ve destek olmak için geldiklerini söylediler. Öncelikle ihtiyaç sahibi tüm öğrencilerin kırtasiye ve giyim-kuşamlarını karşılayacaklarını bunun için bir hafta içinde kapsamlı bir liste istemişler. Okul yöneticileri şaşkındılar kimse inanamamıştı. Kısa sürede öğretmenler, ihtiyaç sahibi 200 öğrenci belirlediler. Karşılanması vaat edilen ihtiyaçların hepsi konferans salonuna getirildi. Tören ve protokol yapılmadan ihtiyaç sahibi öğrencilere ekstradan kucak dolusu hediyeler verildi. Hatta ihtiyaçtan fazla gelen malzemeler doğu illerinden birine gönderildi.
Artık okul derlenip toparlanmış, eksikleri neredeyse tümüyle giderilmiş ve dışardan görünüşünde ve algıda olumlu bir hava oluşturulmuştu. İlk yapılan okul-aile birliği ve veli toplantısında okul müdürü ve yardımcıları yaptıklarını anlattılar. Bundan sonra da eğitim-öğretimle ilgili yapacaklarını açıkladılar. Buna rağmen velilerin içinde hala; “müdürüm ben niye vereyim, okul bedava, Devlet versin” diyenler çıkıyordu. İçlerinden bazıları da internet üzerinden aidat/bağış istendiğine dair şikâyette bulunmuşlardı.
Tabi kî tüm bu çalışmaların yapıldığına şahit olan müdür yardımcılarından bazısı, öğrencilerin yaramazlıklarına, davranış bozukluklarına ve velilerinin duyarsızlıklarına dayalı olarak “müdür bey; biz burada eğitim değil ıslah evinde rehabilitasyon yapmaya çalışıyoruz” diyerek durumu özetlemeye çalışmıştı.
Okulun ihtiyaçları, sorunları ve yapılacak işler çok olsa da bir kişinin kaldıramayacağı kadar ağır olsa da işin içindekilerin hepsi taşın altına elini koyduğunda üstesinden gelinmeyecek iş olmadığını biliyorlardı. Ancak büyük bir okulda destek ve ikmal konuları o kadar çok vakit ve enerjilerini alıyordu ki eğitim-öğretimde kaliteyi artırmak için yapılacaklara az zaman kalıyordu.
Açık, sade ve yalın dille yazılmış bir roman tarzındaki “Devlet Versin” adlı kitapta; gerçek olay, yer ve kişilerin isimlerinin değiştirilerek sunulduğu, hiçbir şey gizlenmeden, dezavantajlı bir semtin büyük bir okulunda, yeni gelen bir okul müdürünün iyi bir ekip liderliği yaptığında neler başarabildiği anlatılmıştır. Eğitimcilerin hemen her yerde karşılaşabileceği olumsuz durumlarla nasıl baş edebildiğini, önce “Devlet versin” diyenlerin çoğunluğunun yapılanları ve gayreti gördüğünde düşüncelerini değiştirdiği görülmektedir. İnanıyorum ki, öğrencisinden-velisine, öğretmeninden-idarecisine okuyan herkesin kendinden bir parça bulacağı bu kitap aslında inkâr edemeyeceğimiz eğitim gerçeklerinin yazıldığı bir eğitim tarihi evrakı olarak sayılabilir.
(*) Bu yazı, “Hacı Kaymaz, Devlet Versin, Değişim Yayınları, 2020-İstanbul” kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.