Bir ülkede halkın huzurlu, mutlu olabilmesi, barış ve refah içinde yaşayabilmesi, eğitim ve kültürel düzeyinin yüksek olmasını gerektirir. Birbirlerine saygısı, güveni ve dayanışması yüksek olan toplumlar demokratik ortamda özgürce yaşayabilirler. Bunun sağlanması başta devlet yönetimi olmak üzere sivil topluma ve bireylere sorumluluk yüklemektedir. Her şeyin başı sağlık derken atalarımız, sağlığın korunması için de halkın hayat boyu öğrenme felsefesini benimseyerek, öğrenen bilinçli bireylere dönüşmesiyle sağlıklı bir toplum mümkün olabilir. Beşikten mezara kadar her zaman, her yerde ve herkese ihtiyaç olan her konuda eğitim fırsatları sunulması da okullar ve eğitim kurumlarıyla sınırlı kalmamaktadır.
Hiçbir zaman bitmeyecek bu öğrenme ihtiyacını da; belediye, üniversite, dernek, vakıf, oda, siyasi parti, kurum, kuruluş, şirket tüm sivil toplum elele vermesi gereken seferberlik gerektiren hayati konu olarak görülmelidir. Savaş, afet ve olağanüstü hallerde halkın nasıl davranması gerektiği konusunda önceden bilinçlendirilmesi, farkındalık kazanması-gerekiyorsa eğitilmesi ve tatbikatlar yapılarak her türlü olumsuz durumlara hazır hale getirilmesi-tutulması çok önemlidir. Hatta bu konuda yaşına, eğitim seviyesine ve statüsüne bakmadan herkesin başta kendileri için sonra aileleri, yakınları ve içinde yaşadıkları toplum için kendisi sorun olmanın ötesinde sorumluluk alması ve çözümde rol alması gerekmektedir.
Eğitim, bir anlamda cahillikle, fakirlikle ve çaresizlikle mücadele etmektir. Anayasal olarak eğitim, devletin denetim ve gözetiminde yapılmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı Hayatboyu Öğrenme Genel Müdürlüğü bu konuda talepleri karşılarken belediyelerle ve sivil toplum örgütleriyle (bağımlılıkla mücadele konusunda Yeşilay gibi) işbirliği yapmaktadır. Askerlik süresince gençlerimize yurdun savunulması yanında bu kapsamda eğitimler yapılmakla beraber başta deprem olmak üzere her türlü olumsuz duruma organize şekilde hazır olmak savaşa hazır olmak kadar önemli görülmelidir. Camiler ve müştemilatları, en başta ibadet yeri olarak bilinse de mahalli düzeyde din görevlileri eliyle mikro eğitim yapılacak en uygun yerlerdir. Bu konu inisiyatife bırakılmamalı stratejik planlar kapsamında sıkı takip edilmelidir. Halkımızın temel toplumsal sorunlarını çözme ve olağanüstü durumlarla başetme becerisi aynı zamanda güçlü bir toplum olmasını gerektirir.
MEB 2021 yılı bütçe raporunda, “Ülke olarak hayat boyu öğrenme alanındaki nihai hedefimiz, farklı öğrenim ve yaş seviyelerindeki bireylerin istihdam edilebilirliklerini ve sosyo-kültürel gelişimlerini sağlamak amacıyla bilgi, beceri ve yeterliliklerini geliştirerek, öğrenmeye erişimlerini artırarak öğrenen bireyden, öğrenen topluma ve öğrenen Türkiye’ye doğru bir dönüşümü gerçekleştirmektir. Bu gayeyi yerine getirmek için; hayat boyu öğrenme alanında beşeri, mali, fiziki ve teknolojik kapasitenin güçlendirilmesi ve hizmet kalitesinin artırılması; hayat boyu öğrenme fırsatlarının ve sunumunun artırılması; hayat boyu öğrenme izleme ve değerlendirme sisteminin güçlendirilmesi hedeflenmiş ve bu noktada önemli mesafe kat edilmiştir.” denilmektedir.
Raporun yaygın eğitim başlığında ise; Türkiye, EUROSTAT (AB istatistik birimi) tarafından yayımlanan verilere göre Avrupa Birliği Hayat Boyu Öğrenmeye Katılım oranlarının artırılmasında en yüksek artış oranına sahip ikinci ülkedir. 2006 yılında % 2 olan Türkiye’nin hayat boyu öğrenmeye katılım oranı % 185’lik artışla, 2019 yılında % 5,8’e ulaşmıştır. (AB ülkeleri ortalaması % 9) Türkiye’nin tüm il ve ilçelerinde resmî 995 halk eğitim merkezi ve 24 olgunlaşma enstitüsü olmak üzere toplam 1.019 yaygın eğitim kurumu bulunmaktadır. (Kasım–2020 itibariyle) Bu kurumlarda açılan 88.052 mesleki ve teknik kursa 1.566.717 kursiyer; 124.447 genel kursa ise 1.804.886 kursiyer, protokoller kapsamında da 28.511 adet kurs açılmış olup 550.366 kursiyer bu kurslardan faydalanmıştır. Kurs programı sayısı 73 farklı alanda 3.597’ye ulaşmıştır. Açık öğretim okullarında aktif öğrenci sayısı 1.583.805 olmuştur. Bugüne kadar e-Devlet üzerinden 1 milyon 868 bin 339 öğrencimiz belge almıştır.
Farkında olmasak veya artık kanıksamış olsak da belediyelerin halk için yaptıkları sosyal-kültürel etkinlikler yanında parklardaki yürüyüş yolları ve spor aletleriyle bedenen de sağlıklı olmaya katkı sağlamaktadır. Basit gibi görülebilse de “sağlam kafa sağlam vücutta bulunur” sözüyle her şeyiyle sağlıklı toplumun önce bedenen sağlıklı bireylere sahip olmasını gerekir. Halkın tamamının sağlıklı ve iyi niyetli olması, bilinçli, eğitimli ve kültürlü olmaması halinde zor zamanlarda işe yaramayacaktır.
Covid–19 virüs pandemisi döneminde alınması gereken tedbirler kapsamında yüzyüze yapılamayan Halk Eğitim Merkezleri kurs faaliyetlerinin uzaktan çevrim içi/dışı teknolojik imkânlar kullanılarak yapılmaya başlanmıştır. Dijital dünyanın fırsatları; okulu, kursları, eğitimi evimize, işyerimize kısacası zaman-yer mefhumunu ortadan kaldırarak ayağımıza getirerek hizmet sunmaktadır.
Son bir yıldır dünya olarak büyük bir salgınla ölüm-kalım mücadelesi yürütülmektedir. Bu kapsamda dünya ve ulusal sağlık otoritelerince alınan tedbirlere ve tavsiyelere uymak bir tercih değil zorunluluktur. Kişisel hak ve hürriyetler bu tür durumlarda yasalarla kısıtlanabilmektedir. Hiçbirimizin bir başka insanın ve toplumun hayatını riske atmaya hakkı yoktur. Alınan tüm tedbirlere rağmen halen Pandemi devam etmekte her gün yüzlerce insan hayatını kaybetmekte binlerce insan hastanelerde tedaviye alınmaktadır. İlk ve en temel basit kural olan maske, mesafe ve hijyene dikkat ederek bulaşım ve yayılımı önleyebiliriz. Ayrıca tıp otoritelerince belirlenmiş ilaç tedavisine ve aşı uygulamasına güvenmeli ve uygulanmasına destek olmalıyız.
Halkın sağlığının korunması; Sağlık Bakanlığımıza bağlı Halk Sağlığı Genel Müdürlüğünce yürütülen ve aile hekimliklerinden başlayarak toplum sağlığını, erken uyarı ve önleyici hizmetler, hayvanlardan bulaşan hastalıklar, bulaşıcı genel hastalıklarla aşıyla mücadele, tütün, madde bağımlığı, tüberküloz, kanser, çocuk ergen sağlığı, ruh sağlığı, kadın ve üreme, sağlıklı hareketli yaşam, yaşlılık ve kronik hastalıklar, tüketici gıda sağlığı, çevre sağlığı gibi geniş bir yelpazedeki faaliyetlerle sağlanmaya çalışılmaktadır.
Halkın eğitilmesi en başta tüm vatandaşların okur-yazar olmasıyla başlamaktadır. Bu konuda devletin en üst düzeyinde yapılan sahiplenmeyle her yıl yüzbine yakın insanımız okur-yazarlık eğitimi almaktadır. Özellikle kız çocuklarının ve kadınların okutulması toplumun tamamına olumlu yansıyacak çok önemli bir konudur. Sonrasında evlilik, anne-baba, veli akademileriyle insanımızın insanca yaşamasına destek olmaya çalışılmaktadır. Tevfik Fikret’in; “Kızlarını okutmayan millet, oğullarını manevi öksüzlüğe mahkûm etmiş demektir. Hüsranına ağlasın” sözü, çok şeyi özetlemektedir.
Bu faaliyetlerin her biri küçümsenmeyecek hayati öneme sahip konulardır. Elimizde olmayan sebeplerle maruz kaldığımız sığınmacı/göçmen/mülteci ve geçici koruma altındaki insanların eğitimi konusunda da ülkemiz dünyaya örnek olacak performans sergilemektedir. Bu durumu istihdam ilişkisi kurularak üretime dönüştürebilirsek hem sosyal barışa-refaha katkı sunulması mümkün olabilir.
Eğitimli toplumlar, kültürel geçmişinde yer alan olumsuz tutumlardan vazgeçilmesi, olumlu yeniliklere uyum sağlanması ve kötü niyetli yurt içinde-dışında kişi ve gruplardan gelebilecek tehdit ve müdahalelere karşı da uyanık ve hazırlıklı olurlar. Demokrasiye toplumsal katılım sağlayarak ülkesine ve devletine sahip çıkabilirler. Günümüzde katılımın bir başka boyutu ve fırsatı da Yerel Gündem–21 projesi sonrası yasal statüye geçip kalıcı uygulanmaya devam eden Kent Konseyleridir.
Ülkemizin yer aldığı coğrafya ve varolan fay hatları bizi başta sel, yangın ve depreme hazırlıklı olmak gibi tehdit ve risklerden oluşan gerçeklerle yüzleştirmektedir. Afet ve Acil Durum Yönetimi (AFAD) tarafından kurumlarla işbirliği içinde temel afet bilinci ve gönüllülük prensibiyle toplum eğitimleri sürdürülmektedir. Ailede, işyerinde ve okulda özellikle gençlerin ilkyardım, sivil savunma, arama-kurtarma konularında eğitilmesi büyük önem arzetmektedir.
Her olumsuz durum aynı zamanda gerçek bir tatbikat ve deneyim demektir. 1999 Gölcük Depreminde onbinlerce bina yıkıldı içinde yaşayanlar yaralanıp vefat etti. Aradan geçen yirmi yılda binaları güçlendirmek, kentsel dönüşümle yenilerini depreme dayanıklı yapmak, yedisinden yetmişine evde, işte, okulda ve dışarıda deprem esnasında, sırasında ve sonrasında nasıl davranmamız gerektiği konusunda ders çıkartarak neleri yapabildiğimizi sorgulamalıyız.
Şu an yaşamakta olduğumuz salgın; bir yılı geçtiği halde, yapılan tüm mücadeleye rağmen hergün yüzlerce insan vefat etmekte bugüne kadar kırkbine yakın insanımız hayatını yitirmiştir. Bu konuda da başta bireyler olarak üzerimize düşen sorumluluk ve duyarlılığı gösterdiğimiz konusunda kendimizle yüzleşmeliyiz.
Bu büyük imtihanı birey, aile, toplum, millet ve insanlık ailesi olarak başarıyla geçmeliyiz. Salgının bugüne kadar olan olumsuz ekonomik-sosyal ve psikolojik etkilerini sahip olduğumuz değerler sayesinde azaltılmış hissederek idare edebildik. Eğitim kurumlarını, en ince detaylar düşünülerek salgın sürecince açık tutabilmek ve eğitime devam edebilmek için prosedürler hazırlandı ve tedbirler alındı. Ancak tüm bunlar herkesin aynı duyarlılığı göstermemesi sonucu durumun sürdürülebilir olmasına yetmedi. Tam kapanmada işyerlerinin hizmet veremeyecek ve sokağa çıkma yasaklarıyla insanların sosyal hayatlarının zorunlu kısıtlanıyor olması ekonomik kayıplarımız ötesinde sosyal-psikolojik olumsuz etkileri olmaktadır. Belki de savaşlarda bile ara verilmeyen eğitime ara vermiş olmamız telafisi mümkün bile olsa en büyük kaybımızdır. Lütfen tekrar eski güzel günlere dönebilmek için daha hassas davranalım.