Dil öğrenim sürecinde başarının sürdürülebilirliği açısından gözlemlenmesi gereken en önemli sorun kaygı bozukluğudur.
Günümüzde uluslararası yabancı dil yetkinliği küresel iletişim gereksinimlerinin en başında gelen çok yönlü iletişimin anahtarı olarak kabul edilmektedir. İletişimde İngilizce dünya çapında bir köprü görevi görmektedir ve bu nedenle latincede lingua franca (ortak dil) olarak ifade edilen bağlayıcı ve birleştirici tanımlamayla özdeşleştirilmiştir. İngilizce, dünyaya açılan pencerede farklı etnik gruplar arası etkili iletişim kurabilmek, ticari, ilmi, eğitsel ve diplomatik amaçlarla birleşim misyonu da yüklenmiştir. Dil etkileşiminin işlevselliği birçok açıdan coğrafi sınırsızlığa olanak vererek, farklı kültürleri bir araya getiren eşsiz bir araç statüsünü yüzyıllar boyu korumaktadır. Bu amaçla, dil öğrenimi ülkemizde ve dünyada geliştirilebilir metotlarla yaygın bir biçimde sürdürülmektedir. Dil öğrenimi dört beceride sınıflandırılmış ve geleneksel öğrenim metotları başta olmak üzere eklektik yaklaşım (seçmeci yöntem) ile dil ediniminde kalıcı ve konforlu kazanımını sağlar. Bu yaklaşımın dil öğreniminde en yüksek verimliliğe ulaşabilmek amacıyla, tek bir kurama bağlı kalmaksızın tüm öğretim yöntemlerin uygulanması neticesinde karmaşık ve problemli süreci olumlu etkilediği gözlemlenmiştir. Öğrenim sürecinde öncelikli olarak, bireysel farklılıklar bağlamında, tutum, inanç, beklenti, ön yargı, güdülenme, duyuşsal ve bilişsel durumlar ile eğitmen etkisi analiz edilmeli, izlenecek yolun gözlemlenebilir ve somut sonuçları dikkatlice değerlendirilmelidir. Dil öğrenim sürecinde başarının sürdürülebilirliği açısından gözlemlenmesi gereken en önemli sorun kaygı bozukluğudur. Bu değerlendirmede tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıkça karşılaşılan yabancı dil öğrenim kaygısı irdelenecek ve dil öğreniminde kaygı türleri, nedenleri, etkileri ile baş etme yöntemlerine değinilecektir.
Dil öğrenimi
Başlangıçta öğrencilerin bireysel özellikleri ele alınmalı, dil öğrenim deyimleri ve hikayeleri incelenmelidir. Okul öncesi eğitimden itibaren uygulanan yabancı dil tabanlı öğrenim uygulamalarında, erken yaşlarda dil öğrenimine yoğun şekilde maruz kalan öğrencilerin pratik becerilerinin daha gelişmiş olduğu ve öğrenme uyumlarının daha yüksek olduğu görülmektedir. İlerleyen yaşlarda kısıtlı pratik imkanına sahip olan öğrencilerin dil öğrenimine yaklaşımlarında ise tedirginlik ve kaygı faktörleri öne çıkmaktadır. Erken yaşta dile maruz kalan öğrencilerin hedef dildeki işitsel ve görsel uyaranları doğal bir şekilde kişiselleştirdikleri ve yaşamsal beceriler arasına kattıkları açıkça görülmektedir. Dil öğrenimini akademik ve sosyal gelişimin önemli bir parçası olarak hayatına alan ve bu hedef doğrultusunda yetiştirilen birey, öğrenmeyi güdüleyen tüm uyaranları dikkatle zihin çekmecelerine yerleştirecek ve emin adımlarla ilerleyecektir. Erken yaşlarda verilen dil eğitimlerinde, dil bilgisi başta olmak üzere diğer kuralların keskin çizgilerle belirlenmediği, teknik öğrenim metotlarının fazlaca öne çıkmadığı, algıyı destekleyici pratik tekrarların görsel ve işitsel materyallerle desteklendiği yaklaşımlarda dil öğrenim sürecinde kaygının azaldığı görülmektedir. Bu bağlamda, eklektik yaklaşımın yoğunluklu doğal etkisi öğrenmeyi güdülerken, eğitmen ve aile tutumunun da dil öğreniminde başarıyı ve kaygıyı etkileyen diğer değişkenler olduğu gözlemlenmektedir.
Kaygı
Kaygı, iç ya da dış uyaranlara bağlı olarak gelişen bedensel, duygusal ve zihinsel tepkinin kontrol edilemediği durumlarda bireyi huzursuzluğa iten önemli bir engel faktörü olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu tür bir olumsuz uyarılmışlık halinde öğrenmenin gerçekleşmesi zor olmakla birlikte, birey üzerinde konfordan uzak ve engelleyici etkileri fazladır. Bu aşamada, kaygının temelinde yatan nedenlerin araştırılması ve sorunun bireysel çözümünde kalıcılık sağlanması gerekmektedir. Spesifik olarak sorunun belirlenmesinde rehberlik ve uzman desteği gerekir. Öğrenme tutumu, isteklilik ve ket vuran sebepler ayrıştırılarak, bireyin önünde engel teşkil eden durumların bertaraf edilebilmesi için farkındalık çalışmaları etkili olacaktır. Neden ve nasıl öğrenmeliyim? sorusu bireyin öncelikli cevaplaması gereken sorulardır. Gereksinimlerini belirleyen bireyin öğrenme yolculuğu daha az kaygılı olacaktır.
Öneriler
Eğitmenlerin sorması gereken birtakım temel sorular da bulunmaktadır. Bu sorular ışığında kaygının etkileri değerlendirilmeli ve etkin bir yol haritası belirlenmelidir. Sırasıyla;
-
- Kullanılan materyaller güncel ve seviyeye uygun mu? İlgi uyandırabiliyor mu?
- Bu yöntemlerle kalıcı ve konforlu dil eğitimi-öğretimi sağlanabiliyor mu?
- Yaşam becerilerini destekleyen pratik öğrenim sağlanıyor mu?
- Farkındalıklı dil eğitimi için gereken şartlar sağlandı mı?
- Öğrenimin önündeki asıl engel nedir?
- Kaygı, korku, endişe bulaşıcılığını tetikleyen sebepler neler?
- Baş etme yöntemleri nelerdir?
Bu sorular eğitmenler tarafından dikkate alınmalı, kaygıyı azaltabilecek ya da tümüyle olumsuz etkilerini ortadan kaldırabilecek çözümler üretilmelidir. Dönüt sistemiyle gözlemlerin diğer uzman ve eğitimcilerle paylaşılması, farkındalığın yükseltilmesi açısından son derece önemli olmakla birlikte, öğrenci ile yapılacak görüşmelerde pratik çözüm önerilerinin sunulması ve takibi de yapılmalıdır. Dil öğreniminde gözlemlenen kaygı da çeşitlilik göstermektedir. Kişilik ve olay kaynaklı kaygının belirlenmesi, öğrenme becerisinin kaderini çizer. Öğrencinin duygusal durumu, hazırbulunuşluk, isteklilik, beklenti ve farkındalık önemsenmelidir. İçe dönük ve hatta selektif mutizm (seçici konuşmamazlık) hikayesi olan öğrencilerin kişilik kaynaklı kaygı bozukluğu çoğunlukla dil öğrenim sürecinde fark edilmektedir. Bu tarz kaygı bozuklukları bir olaya ya da kişinin olumsuz tutumuna bağlı da gelişmiş olabilir. Alay edilme kaygısı en büyük etmendir. Başarısızlık korkusu, baskı ve azarlanmanın doğuracağı sonuçların altında ezilme ve güçsüzlük hissi temelde yatan kaygı kaynaklı problemlerdir. Bu amaçla, dil öğrenim sürecinde eğitimcilere çok iş düşmektedir. Sabırlı ve yapılandırıcı tutumun öğrenme motivasyonu üzerinde olumlu etkileri güçsüzlük hissini “başarabilirim” duygusuna dönüştürecektir. Çoklu denemeye teşvik etmek, tekrar, ritm duygusu ile öğrenmede kolaylık sağlamak, diyalog oluşturmak, materyalleri hafızada kalıcı tekniklerle öğretme yöntemi uygulamak, akran ve seviye gruplandırmasına olanak vererek cesaretlendirme gibi yöntemler dil öğreniminde kaygının azaltılmasını sağlayacağı gibi bir bütünün parçası olma duygusuyla öğrenme kültürünü de pekiştirecektir. Hatanın sürekli ve anında düzeltilmemesi, yapılan yanlışa yönelik sunulacak ipuçları ile bireyin öğrenme yolculuğunun desteklenmesi de etkili dil öğreniminde esas alınmalıdır. Ayrıca, hedef dilde yeterliliğin yükseltilmesi için zorluk ve güçsüzlük duygusunu tetikleyen egzersizlerin çoklu pratiklerle inanç, tutum ve algının yeniden düzenlenmesini şart kılar. Bu sayede, basitten karmaşığa doğru yol alınarak kalıcı öğrenme sağlanabilir. Kaygının dört beceride sınıflandırılması (okuma, yazma, dinleme, konuşma) ve baş etme yöntemlerinin bu sınıflandırma dahilinde belirlenmesi ve uygulanması da yerinde olacaktır.
Yukarıda sıralandığı gibi, kaygı etmenlerinin gözleme dayalı tespiti ve baş etme yöntemlerinin uygulanması dil öğreniminde karşılaşılan sorunların aşılmasında azami önem taşır. Kaygıya neden olan değişkenlerin yetenek düzeyi dahilinde tek tek ele alınması ve kaygıyı doğuran unsurların semptomları ile ilişkilendirilerek çözümlenmesi dil öğrenimini konforlu hale getirecek ve dünyaya açılan kapıda iletişim dinamiklerini güçlendirecektir.