Hangi dönemde yaşamış olursa olsun ilim ve bilim insanlarını kendi çağlarının şartlarıyla değerlendirmek gerekir. Aldıkları eğitim birkaç âlimle tanışma, bir süre vakit geçirip ondan naklen bilgilerini alma eğer bulabilirse el yazması birkaç esere sahip olma, seyahat edecek parası ve imkânı varsa ilim merkezlerine giderek kütüphanelere ulaşmayla sınırlıydı. Geri kalanı ise kendi zihinsel güçleriyle düşünmeleri, önceki öğrenmeleri yorumlamaları ve sentezle yeni bilgileri ekleyerek geliştirmeleriyle gerçekleştiği, hayat hikâyelerinden anlaşılmaktadır. Birçoğu bu ilmi çalışmalar sırasında geçimini temin etmek için çalışamadığı için ya bir devlet işinde çalışarak ya da devlet adamı veya zengin kişi himayesinde araştırmalarını sürdürdüğü öğrenilmektedir. Zaman zaman bu kişilerle ters düştüğünden şehri terk etmek başka uygun bir ortam bulmak zorunda kalmışlardır. Hatta zamanına göre farklı şeyler söyledikleri için hapsedilen, işkence edilen ve hayatlarına son verilenler de bulunmaktadır. Tüm bunlara rağmen her birinin hayatları, yazdıkları, düşündükleri kitaplar dolusu bilgi oluşturmaktadır. Bu yazıda özellikle ortaçağdan günümüze eğitim konusunda sayılı insanların düşüncelerine özet olarak yer verilmeye ve aradan geçen yüzyıllara rağmen hala geçerliliğini koruyan tespitlere değinilmeye çalışılmıştır.
Türk filozofu Farabi’ye (870-950) göre; çocuğun potansiyel olarak bir öğrenme yetisi vardır. Çocuk algı aracı olarak duyulara sahiptir. Bilgilerin zihinde sadece duyu yoluyla meydana geldiğini ısrarla vurgular. Akıl, duyu deneyleri yoluyla ne kadar çok olursa zihin o kadar mükemmel akla sahip sayılır. Eğitimin amacı toplumda istenen değerlerin yerleştirilmesidir. Farabi’nin yazdığı eserler mükemmel bir eğitim felsefesidir. Eğitim, her şeyden önce insan ruhunun yetkinleştirilmesi olduğundan ruh sağlığına çok önem verilmesi gerekir. Şayet bedeni tedavi etmek ömrü uzatıyorsa ruhu tedavi etmek çok daha önemlidir. Eğitmenlere, öğrencinin öğrenmeye yetenekli olup olmadığını anlayabilmesi ona göre zihinlerini yorarak öğretmesi gerektiğini, onlara karşı çok sert ve aşırı yumuşak olmaması, devamlı ve azimli çalışılmasını tavsiye etmektedir. Farabi’ye göre felsefe öğrenimi, diğer bütün öğrenimlerin üstünde ve yüce bir konumdadır. Felsefeye başlamak isteyenlerin ahlakını düzelttikten sonra düşünce gücünü geliştirmesini ister. Felsefe öğrenmenin amacının yüce Yaratıcı’yı bilmek olduğunu söyler. İnsanı eğitmeden önce onun biyolojik ve psikolojik yönden çok iyi tanınması gerektiğine inanır. İstenen düzeyde iyi eğitim almış insanlar, başkalarını aldatmayacakları gibi yine iyi eğitilmiş olan insanlar kötü amaçlı insanların peşinden gitmez, onlar tarafından aldatılamazlar. Eğitim insana kendine yetmeği öğretir. (1)
Onuncu yüzyılda Basra merkezinde İhvan-ı Safa (Temizlik Kardeşleri) adıyla birliğin üyeleri anonim olarak 52 risale kaleme almışlardır. Onlara göre; bilginin kendiliğinden olmadığını, esas itibariyle onun öğrenilmesi ve öğretilmesi gerektiğini, öğretmenin insanı bilgiye götüren bir kılavuz, bir yol gösteri ve bir aydınlatıcı olduğunu belirtirler. Her insanda potansiyel olarak öğrenme yeteneği vardır. Ana-babalar, öğretmenler çocuktaki bu yeteneği ortaya çıkarıp onları yetiştirmek zorundadırlar. Çocuk doğumundan sonra belli bir anlayış ve kavrayış seviyesine ulaştığı ilk dört yaşı içinde çevresinin ve sosyal faktörlerin etkisini almaya başlar. Dört yaşından sonra çocuklar etraflarındakilerle ilişkileri sonucu taklit yoluyla alışkanlıklar edinirler. Daha çok kendi ailelerinden etkilenirler. Böylece her çocuk öncelikle kendi ailesinin bilgi ve davranışlarını benimser. Çocuklar, kendi ana-babalarının uyguladıkları ilim, sanat ve zanaatları elde etmeye yabancılarınkinden daha fazla yatkındırlar. Eğitim insanları zorlamadan yumuşak usullerle verilmeli ve bağlayıcı olmalıdır.(2)
İlk Müslüman Türk Devleti Karahanlılar döneminde yaşayan ve Kutadgu-Bilig adlı meşhur eseri sunan Yusuf Has Hacib, (1018) sadece yazıldığı devir içinde değil, günümüz şartlarında da verdiği eğitim ve ahlak ilkeleriyle son derece ilginç ve hayranlık uyandırıcı öğütler vermektedir. Çocuğun eğitilmesinde ailenin önemine dikkat çeken Hacib, anaya ve babaya düşen oğul ve kızlarına iyi birer örnek olarak onlara yol göstermektir. Kimin çocukları naz içinde yetiştirilirse, o kimseye ağlamak düşer, keder ona mukadderdir. Baba çocuğunu küçüklüğünde başı-boş bırakırsa, kabahat ve suç çocukta değil, babadadır. İnsan derler, insan kimdir; insan başkalarına faydalı olan ve onların işlerini gören kimsedir. Çalışmak ve başkalarına yararlı olmak ibadettir anlamına gelen güzel sözleri söylemiştir.(3)
Ünlü Türk Filozofu İbn Sina’ya (980 – 1037) göre; “Doğan çocuğa babası iyi bir ad koymalı, çocuk sütten kesilir kesilmez, “kötü huylar edinmeden” eğitimine başlanmalıdır. Çocuğun ilk eğitimi ahlak eğitimidir. Bu, çocuğu kötü iş ve arkadaşlardan uzaklaştırıp iyi arkadaşlarla oynamasını sağlamak, onu iyi davranışlara teşvik ile olur. Çocuğa fazla baskı yapmamalı, onun hatalarını uygun biçimde düzeltmeli, gerekirse azarlamalıdır; dayak en son çaredir. Çocuk 6 yaşına gelince okula gönderilmeli, 14 yaşına kadar okutulmalıdır. Öğretmen dindar, dürüst, bilgili, insaflı, temiz, kibar olmalı, çocuk eğitimi ve öğretimini bilmeli, çocukların yeteneklerini tanımalı, onları yalnız bırakmamalıdır. Öğretmen çocuğa karşı ne onun küstahlık yapabileceği kadar yumuşak, ne de korkup soru soramayacağı kadar sert davranmalıdır. Bu dönemde çocuk iyi aile çocuklarıyla tanıştırılmalıdır. Çocuklar böyle birbirlerinin iyi huylarını görür ve kendileri de daha iyi olmaya çalışırlar; ayrıca aralarındaki doğal rekabet nedeniyle daha başarılı öğrenim yaparlar. Bu nedenledir ki İbn-i Sina zengin ve eşraf çocuklarının bireysel olarak özel ders alarak yetişmelerini uygun bulmaz. Çünkü çocuk tek başına öğretmenle karşı karşıya kalmaktan sıkılacağı gibi çocuklar kendilerinin rahat ve teklifsiz çevrelerinde birbirlerine ve haklarına saygı göstermeyi de öğrenirler. Okulun programı şöyledir: Kur’an, şeriat, dil, ahlaki şiirler, beden eğitimi, sanat ve meslek öğretimi. Öğretmen çocuğun yetenek ve zevkini, ilgisini araştırıp tespit edecek ve bunlara uygun bir sanat ve mesleği ona öğretecektir. Genç, öğrendiği meslekten hayatını kazanmaya başlayınca babası onu iyi bir eşle evlendirip artık evinden ayırmalıdır.(4)
İbn-i Sina’nın görüşleri “yeni eğitim” denen ve 18. Yüzyıldan, özellikle Rousseau’dan beri gelişen görüşlerle karşılaştırılınca aralarında önemli benzerlikler görülür. İbn-i Sina hangi sınıf ve statüde olursa olsun her çocuğun eğitilmesini istemekle, eğitimde meslek öğretimine çok önem vermektedir. Çocuğun okul içinde kendi yaşdaş ve arkadaşlarıyla eğitilmesinin önemini, okulun çocuğu doğal bir ortamı olduğunu ve onun kişiliğinin gelişmesinde çok önemli bir yeri bulunduğunu, öğretmenin çocuğu tanıması ve onun yetenek ve kabiliyetlerini fark etmesi gerektiğini ileri sürmektedir. Çocuklar arasında bireysel farklılıkları görmüş ve bunların göz önünde tutulmasını istemiştir. Çocuğun zevk ve ilgilerinin genel eğitim ve meslek eğitiminde göz önünde tutulmasını, daha kendisi çocukken oyunun çocuğun normal bir faaliyeti olduğunu söylemektedir. Deneye, gözleme nedenleri araştırmaya dayanan bir eğitim-öğretim önermekle, değeri asırlar sonra anlaşılan ve Avrupalı eğitimcilerce tekrar keşfedilen ve hiçbir zaman önemini yitirmeyecek bir pedagoji ilkesi ortaya koymuştur. Çocuk üzerindeki baskıların olumsuz sonuçlarını iyi gözlemiştir. Eğitim ve öğretimde araç gereç kullanılmasının öğretimini başlı başına bir konu (sınaî öğretim) kabul etmekle eğitim teknolojisinin kurucusu sayılabilir. Batıda ancak yüzyıllar sonra benzer görüşler ileri sürülecek ve Batılı eğitimciler, yanlış olarak, bu alanda da öncü sayılacaktır.(5)
Bostan ve Gülistan adlı eseriyle tanınmış önemli düşünürlerden Sadi (1213–1292), halkı eğitmek için hikmetli sözleriyle hatırlanmaktadır. “Anne-baba çocuğunun iyi yetişebilmesi için onu her türlü zorluğa alıştırmalıdır. Küçüklüğünde nazlı olmasına göz yumulan, kaprislerine boyun eğilen evlat büyüyünce hem ana-babasına hem de kendisine kötülük yapar. Anne-baba ne kadar varlıklı olursa olsun mutlaka çocuklarına iyi eğitim vererek iyi birer meslek kazandırmalıdır. “Karun kadar hazinen bulunsa bile, evladına bir altın bilezik kazandır. Ne bileceksin, belki feleğin dönüşü onu diyar diyar gurbette gezdirecektir. Sen şimdiki varlığına güvenme; bu zenginlik, elinde kalmayabilir. Ama çocuk, bir sanatı elde ettikten sonra, kimsenin önünde ihtiyaçla el açmaz. Keseler dolusu altın, gümüş biter de gene zanaatçının kesesi boş kalmaz.” çocuğun büyüdüğünde gerçek bir adam sayılabilmesi için anlayışlı ve hüner sahibi biri olarak yetiştirilmelidir… Çalışıp çabalanmadan hiç kimse bir makama ulaşamaz. (6)
İbn Haldun (1332–1406), çocukların erken yaşta iyi ve köklü eğitim almalarının sonraki yaşlarda esas teşkil edeceğini “çünkü kalpler (ve zihinler) için ilk önce olan (diğer) melekelerin temeli gibidir. Temel üzerine bina kılınan şeyin hali, temele ve bu temelin muhtelif üsluplarına göre olur… İfadesiyle belirtmiştir. Bu konudaki görüşleri, çocukların erken yaşta, ana dilinden başka bir yabancı dille eğitilmelerinin sakıncalarına dikkat çeken J.J. Rousseau’nun düşüncelerine benzemekte ve bir anlamda öncülüğünü yapmaktadır. İbn Haldun, öğretmenlerin her şeyden önce talebelerine karşı yumuşak ve anlayışlı davranmaları gerektiğini belirtir. Öğrenci ve öğretmen arasındaki yüzyüze ilişki, öğrencinin yetişmesinde daha etkin rol oynar. Öğrenme sürecinde pek çok öğretmenin olması da onun daha iyi yetişmesine zemin hazırlar. Öğrencideki yetenek, zamanla alışkanlıklara dönüşüp kökleşerek onun bilgi hazinesini zenginleştirir. O’na göre bireyleri özgüven, başarı, ilme mutluluğa ve özgürlüğe kavuşturacak tek yol onurlu kişisel çabayla çalışma ve azimdir. (7)
Özetle, bin yıl öncesinde yaşamış felsefeci Farabi, sonrasında Yusuf Has Hacib, İbn-i Sina, Sadi ve İbn-i Haldun gibi ve alimlerin yazdıklarından başlayarak yaklaşık dörtyüzyıl boyunca eğitim ve çocuk hakkında söylenen; tüm çocuklarda öğrenme potansiyeli bulunduğu, öğretmenin öğrencisini tanıması, ona yumuşak ve anlayışlı kılavuz olması gerektiği, Yaradanı tanımayı, kendine yetmeyi öğrenmeyi, çocuklukta ilk dört yaşın, eğitime erken yaşlarda başlamanın ve aile eğitiminin, oyun oynamasının gerekliliği, çocuğun sınıf ve statü ayırt edilmeden ve şımartılmadan zorluklara alıştırılması gerektiğinin önemini, eğitim insanları zorlamadan yumuşak usullerle verilmesini, değerlere dayalı ahlaki eğitimin gerekliliğini, özel bireysel ders yerine emsalleriyle doğal rekabet içinde grup eğitiminin daha faydalı olacağını, her çocuğa mutlaka bir sanat ve meslek kazandırılması gerektiğini beyan etmişlerdir. Dönemlerinde her biri öncekilerin bilgilerini ret etmeden eleştirmiş de olsa üzerine farklı şeyler söyleyebilmişlerdir. Bugün bu fikirlerin hemen hepsi geçerliliğini korumaktadır. Bu tespitleri bugünün eğitim felsefe, kuram ve yaklaşımlarıyla karşılaştırdığımızda “Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” sözüyle hatırlanan İbn-i Haldun’un ne kadarda haklı olduğunu daha iyi anlamaktayız. İlmin doğusu batısı, dini ve milliyeti olmaz. İlim insanlığın ortak malıdır. Peygamberimiz Hz. Muhammed, “Çin’de de olsa ilmi arayınız. Çünkü ilim öğrenmek her Müslümana farzdır. Melekler, yaptıkları işten hoşlandıkları ilim talebeleri için kanatlarını yere sererler.” (Câmiü’s-Sağîr, 1/310) diyerek ilim tahsilinin ehemmiyetini vurgulamıştır. Yağmur suyu, deniz suyu, göl suyu, ırmak suyu ve kuyu suyu hepsi sudur. Tadı ve rengi farklılık gösterse de aslı ve kaynağı sudur. Geçmiş değersiz ve artık gereksiz değildir. Gelecekte ihtiyaç duyulan eğitimi kurgulayabilmek için insanlık tarihince üretilen her şeyin üstüne bir başka şeylerin konulmasıyla daha isabetli kararlar verilebileceğini unutmamalıyız. Buradan hareketle, başta felsefe ve bilim tarihinin diğer temel kültür derslerinden daha önemli görülerek eğitimin vazgeçilmezlerinden olmalıdır.
- Gülnihal Küken, Ortaçağda Eğitim Felsefesi, s. 233, Alfa Yayınları, Mart–2001, İstanbul
- g.e. s. 272
- g.e. s. 281
- g.e. s. 297
- Ayşegül DEMİRAYARK, “İbn-i Sina’nın Türk eğitim tarihindeki yeri nedir? https://www.academia.edu/36270070/%C4%B0BN%C4%B0_S%C4%B0NA E.T.13/01/2020
- g.e. s. 537
- g.e. s. 612