İnsanlara üniversite döneminde unutamadıkları bir öğrenme deneyimi olup olmadığı sorulduğunda, ilk yanıt nadiren sınıf içeriği veya bir ödev hakkında olacaktır. Çoğu zaman hatırlanan bir deneyimdir.
Bir hastanede bir doktorun gölgesinde kaldıkları ve çocukluklarından beri tıp alanında bir kariyer hayal etmelerine rağmen, işin gerçekliğinden hoşlanmadıklarını fark ettikleri zaman. Bu, sahada çalışmak için bir akademisyenle yaptıkları araştırma gezisi sırasında ömür boyu sürecek dostluklar gece geç saatlere kadar süren tartışmalar ve yaşanılan maceralar. Bunlar, karakteri şekillendiren ve kariyerlere ilham veren anlardır. Yine de, çoğu yüksek öğretim kurumu, deneyimsel öğrenmeye odaklanmaz veya en iyi ihtimalle süreci kişisel deneyimlere ve şansa bırakır.
Basitçe söylemek gerekirse, deneyimsel öğrenme, yapma ve yansıtma döngüleri yoluyla bilgi edinmektir. Tipik olarak bir sınıfta gerçekleşen geleneksel akademik öğrenmeden farklı olarak, bu tür öğrenme aktiftir ve “gerçek dünya” ortamlarındadır. Sıklıkla kullandığım bir benzetme, dalış yapmak istiyorsam, dalış tekniği ve tarihiyle ilgili en iyi kitapların içeriğini bilebilirim, ancak suyun içerisinde belirli bir derinliğe ulaşana kadar gerçekten dalış yapmayı öğrenemem.
Aynı şey bir öğretmen, yazılım uzmanı veya iyi bir yönetici olmayı öğrenmek için de söylenebilir. Deneyimsel öğrenme, öğrencileri kavramları gerçek durumlarda uygulamaya zorlayarak teori ve uygulama arasında köprü kurar.
Üniversitelerimizin müfredatlarını öğrencilerinin sadece disiplinler arasında değil, aynı zamanda çeşitli küresel bağlamlarda da öğrenmesini kolaylaştırmak için tasarlamaları inavasyon ve girişimcilik düşüncelerinin egemen olduğu yeni yüzyılda yaşadıkları mekanda üretken ve faydalı bireyler olarak yer almaları adına son derece önemlidir.
Öğrencilerin bir sınıfta öğrendikleri kavramlar başka bir sınıfta da karşılarına çıkabilir ve onları öğrendiklerini yeni durumlara aktarma pratiği yapmaya zorlar. Bu durumda üniversitelerin eğitim müfredatlarının odak noktası öğrencilerine yaşadıkları deneyimler boyunca ortak bir dil ve evrensel bir öğrenme çıktıları seti sağlamak olmalıdır. Kavramların farklı bağlamlardaki bu entegrasyonu, öğrencilerin kariyerleri ve yaşamlarıyla doğrudan ilgili olarak kavramları daha derin bir düzeyde öğrenmelerini ve uygulamalarını kolaylaştıracaktır.
Örneğin, öğrenciler dört lisans yılı boyunca yeni kültürlerle tanıştıkları ve sınıf yoluyla öğrendikleri becerileri değişen ve yeni bağlamlarda uygulayabilecekleri yedi farklı şehirde eğitim görebilirler. Konum tabanlı etkinlikler gibi farklı deneyimsel metodolojiler, öğrencilerin şehre gitmelerini, insanlarla etkileşime girmelerini ve bulgularını rapor etmelerini sağlayabilir.
Keşif Günleri, öğrencileri fiziksel ve kültürel olarak yeni şehirlerde gezinmeye, bu süreçte nasıl etkileşimde bulunacaklarını ve etkili bir şekilde iletişim kuracaklarını öğrenmeye zorlayabilir. Sivil Toplum Örgütlerinin karşılaştığı bir zorluk üzerinde işbirliği yapmak için öğrenci ekiplerinin sahadaki aktif profesyonellere bağlantısı sağlanabilir. Bu projeler aracılığıyla öğrenciler problem çözme pratiği yapar ve yaşadıkları şehirlere ve topluluklara katkıda bulunmak için bir sivil sorumluluk duygusu geliştirmiş olurlar. Her şehri öğrenmek için bir kampüs olarak görmeye başlarlar.
Böylece “bir sınıf ne yapabilir ki” fikrine meydan okurlar. Zamanla, dünya çapında çeşitli deneyimlerle meşgul olan üniversite öğrencileri, mezun olduktan sonra onları hayata hazırlamak için profesyonel ve kültürler arası beceriler kazanmanın yanı sıra benzersiz bir dünya görüşü geliştirirler.
Etkili öğrenme deneyimleri gerçekleştirmek çok çaba gerektirebilir, ancak sürpriz ve zevk için tasarım sürecinizde biraz enerji tasarrufu yapmak buna değecektir. Üniversiteler öğrencileri adına yarattığı sıra dışı ve olağanüstü anları ifade etmek için “sihir” terimini kullanabilir.
Eğlenceli olmanın ötesinde, tıpkı bir sihir gibi beklenmedik anlar yaratmak, bir deneyimden öğrenilenlerin hafızasını güçlendirmenin pedagojik faydalarına sahip olmayı sağlar. Öğrenci yolculuğu boyunca merakı artıran ve öğrenciler için “doruk anlar” yaratan deneyimlere birinci sınıf öğrencilerini gün doğarken bulundukları yere en yakın tarihi, doğal veya kültürel önemi olan bir noktaya mesela Nemrut Dağı’na götürmek ve onlardan gelecekteki benliklerine bir mektup yazmalarını istemek örnek olarak verilebilir.
Öğrencilerin ilk yıllarında yazdıkları o mektuplar dört yıl boyunca saklanıp son yıllarında onlara geri verilebilir. Öğrencilerin geçmiş benliklerinin el yazısıyla yazılmış mesajlarını okurken ve ne kadar büyüdüklerini düşünürken tepkilerine tanık olmak özel bir an olacaktır. Deneyimlere biraz “sihir” eklemek, onların dönüştürücü potansiyelini ortaya çıkaracaktır.
Deneyimsel öğrenmeye daha fazla vurgu yapmamak üniversitelerin mezunlarını, öğrendiklerinin gerçek dünyayla nasıl etkileşime girdiğine dair sağlam bir anlayışa sahip olmadan kariyerlerine gönderme riskiyle karşı karşıya bırakacaktır. Üniversiteler, mezunlarını dünyadaki gelişme ve değişmelere en iyi nasıl hazırlayabileceklerini düşündükçe, gerçek yaşam deneyimlerini müfredata entegre etmek bir zorunluluk haline gelecektir.