“Yetenekli Çocukları Değerlendiremeyen Bir Sistemin İçindeyiz”
Türkiye’de eğitim sistemi yıllardır köklü bir yapısal sorunla boğuşuyor:
Eğitim ve spor, hâlâ birbirine alternatif iki alanmış gibi konumlanıyor. Bu ikilik, özellikle çok yönlü ve potansiyeli yüksek çocuklarımızın gelişimini doğrudan etkileyen, onları erken yaşta zor seçimlere mahkûm eden bir anlayıştan besleniyor.
Oysa gelişmiş ülkelerde çocukların akademik başarıları kadar sportif ve sanatsal yetenekleri de sistem tarafından fark edilir, desteklenir ve teşvik edilir. Çünkü çağımızda çok yönlülük, bireysel potansiyelin en temel bileşenlerinden biridir. 21. yüzyılın insanı sadece bir alanda değil, farklı kulvarlarda da varlık gösterebilen, zamanını iyi yöneten, disiplinli, dirençli ve üretken bireylerden oluşacaktır.
Bizde ise tablo tam tersine dönmüş durumda. Sporun kazandırdığı disiplin, özveri, sabır, hedef odaklılık ve takım bilinci gibi çok değerli kazanımlar; eğitim sisteminde adeta “gereksiz” görülüyor. Sporcu çocuklarımız, başarılarıyla gurur duyacağımıza, sistemin kıskacında yalnız bırakılıyor.
Bugün 13-14 yaşında, profesyonel seviyede sporla ilgilenen, lisanslı olarak yarışmalara katılan, yerel ve ulusal turnuvalarda madalyalar kazanan, hatta bazıları uluslararası arenada Türkiye’yi temsil eden genç sporcularımız var. Onların bir kısmı yüzmede, cimnastikte, atletizmde ya da bireysel dövüş sporlarında üstün başarılar elde ediyor. Henüz ortaokul çağında olsalar da, antrenman programları, kamp süreçleri, beslenme ve dinlenme planlamalarıyla adeta birer mini profesyonel gibi yaşıyorlar.
Fakat bu çocukların hayatına bir anda LGS gibi merkezi sınavlar giriyor. Bu sınavlar yalnızca akademik başarıyı merkeze alıyor. Sportif başarıya dair herhangi bir teşvik, bir ayrıcalık, bir anlayış ya da ödüllendirme söz konusu değil. Sistem, sporcu çocuğa bir tercih dayatıyor: “Ya spor, ya sınav.”
Ne yazık ki bu tercih, çocuğun hayatında büyük bir kırılmaya yol açabiliyor. Ailesi “önce sınav” diyor, okul “notlarını düzelt” diyor, antrenörü “yarışma var, çalışması gerekiyor” diyor. Oysa çocuğun içinde bu iki dünyayı bir arada yürütme arzusu var. Ama sistem buna imkân tanımıyor.
Oysa bir çocuğun hem fiziksel hem zihinsel olarak dengeli gelişimi, onun hayat başarısını doğrudan etkiler. Araştırmalar, düzenli spor yapan çocukların stresle baş etme becerilerinin arttığını, öz güvenlerinin geliştiğini ve zaman yönetimi konusunda daha başarılı olduklarını gösteriyor. Ancak biz, bu bilimsel gerçeklerin tam tersine hareket eden bir sistem içinde çocuklarımızı köreltiyoruz.
Sportif başarı, bu kadar emek isteyen bir alanın karşılığıyken eğitim sistemimizde yok sayılıyor. Örneğin bir öğrenci müzikte ya da resimde üstün yetenekliyse, güzel sanatlar liselerine yönlendirilebiliyor. Fakat ulusal düzeyde madalya almış bir sporcunun akademik sistemde hiçbir karşılığı yok. Yetenek, emek, özveri… hepsi görmezden geliniyor. O çocuklar sistemin radarına girmediği sürece, başarıları sadece bir madalya töreninde birkaç fotoğrafla sınırlı kalıyor.
Bir madalya adayı çocuğa “biraz daha çalış” dediğinizde, o çocuk susabilir. Ama onu yetiştiren antrenör susmaz. Çünkü sistemin bu adaletsizliğini her gün iliklerine kadar hisseder. Hem kendi emeği hem öğrencisinin potansiyeli, bir kalem sınavın gölgesinde silinir.
Buradaki temel mesele çocukların övgü değil, çözüm istemesi. Onlar sadece sporda değil, hayatta da başarılı bireyler olmak istiyorlar. Zamanlarını planlayarak hem sınavlara hazırlanmak, hem de tutkuyla bağlandıkları sporu sürdürmek istiyorlar. Ama sistem onlara esneklik, anlayış ve destek yerine baskı, zorlama ve seçenek dayatıyor.
Oysa çözüm çok uzak değil. Bu çocuklara özgün eğitim modelleri sunulabilir. Sporcu öğrenciler için bireyselleştirilmiş müfredatlar geliştirilebilir. Turnuva dönemlerinde esneklik tanınabilir. Ulusal spor başarısı gösteren öğrencilere puan avantajı sağlanabilir. Eğitim kurumları ile spor kulüpleri arasında etkili iş birlikleri kurulabilir. Örneğin sporcu çocuklara özel danışman öğretmenler atanabilir, sınav tarihlerinde esneklik sağlanabilir, çevrim içi ders içerikleri ile antrenman süreçleri entegre hale getirilebilir.
Dahası, bu çocukların başarı hikâyeleri toplumla daha fazla paylaşılmalı; rol model olmaları sağlanmalıdır. Çünkü bir ülkenin gerçek potansiyeli, yalnızca sınavla ölçülen başarılarla değil, her alanda parlayan çocuklarıyla anlaşılır. Sporda, sanatta, bilimde, teknolojide… her çocuğun yolu açıksa, o ülkenin geleceği de aydınlıktır.
Çünkü 21. yüzyılın kazananları; aynı zaman dilimine farklı becerileri, tutkuları ve başarıları sığdırabilenler olacak. Ve biz, bu çocukların önünü açmak zorundayız. Onları anlayan, destekleyen ve çok yönlü gelişimlerini önceleyen bir eğitim sistemi inşa etmek, artık bir lütuf değil; zorunluluktur.