Kızımı 2.5 yaşındayken, hakkında çok iyi duyumlar aldığım bir pedagoga götürmüştüm. Amacım, kızımın, ileride problem yaratabilecek özelliklerinin farkında olmak ve gerekirse önlem almaktı .
Pedagog, kızımla bir süre oynadıktan sonra, kızımın mükemmeliyetçi bir tabiatı olduğunu, bu özelliğin hayatta ona sıkıntı yaratacağını, bu yüzden ona başarısızlığı denetme fırsatları yaratmamızı tavsiye etmişti. Pedagogun bu tespiti ve yorumu beni şaşırmıştı o zamanlar. Fakat açıkçası ben de onda mükemmeliyetçi davranışları gözlemlemiştim. Pedagog bu özelliğin doğuştan geldiğini de sözlerine eklemişti.
Bu sözü hep aklımda tutarak yurtdışında yaşadığımız süre boyunca kızımı 3-9 yaş arasında, birçok okul dışı faaliyete götürdüm. İlk gittiği faaliyet Hollanda’ca müzik okuluydu. Kızım daha ilk derste, aktif olarak etkinliğe katılmıştı. Çekingen bir tabiatı olan kızım çekici bir etkinlik olunca çekingenliğini bir tarafa bırakıyordu.
Okulunda İngilizce eğitim almasına rağmen, Van Gogh Müzesi’nde, hafta sonu Hollanda’ca resim kursuna götürüyordum. Her resim dersinin sonunda elinde kendi yaptığı bir resimle, mutlu ve gururlu, müzeden çıkıyordu. Fakat hem Hollanda’ca konuşmak istemediği, hem de orada hiç arkadaşı olmadığı için oraya tekrar gitmekte direniyordu. Ben de ona; ilk giderken çekinse de, sonra yaptığı resimlerden çok mutlu olduğunu, iyi Hollanda’ca konuşması gerekmediğini hatırlatıyordum. Baskı yapmadan, hep aşması gereken ufak engellere rağmen, güzel olanı yapması için ince mesajlar vermeye çalıştık.
Kızımın okulu ise yine mükemmeliyetçiliği teşvik etmeyen, yeni şeyleri denemeyi cesaretlendiren bir okuldu. Örneğin, çocuklara 3. Sınıf sonuna kadar çok yazma fırsatı verdiler ama hatalarını düzeltmediler, dilbilgisi öğretmediler. Öğretmenler, yazıyı hayatta ne amaçla ve hangi alanlarda kullandığımızı göstermek amacıyla alışveriş listesinden günlük tutmaya, masal yazmaktan kronoloji yazmaya birçok türde yazı yazdırdılar.
Böylesine serbestlik ve hataların vurgulanmaması ne mi sağladı
Çocuklar hayallerini sınırsız kullanabildiler. 1. Sınıftan itibaren kendi başlarına müthiş proje ödevleri yaptılar. Bir defasında, buluşlar ünitesinde kendi buluşlarını yaptılar. Başka bir sefer, kendi çizip kestikleri, kendi seslendirdikleri karakterlerle gölge tiyatrosu yaptılar. Bu tür projeler, velilerin tüm çocuklarla, çocukların da yaptıklarından gurur duydukları birer şölene dönüşüyordu.
Aslında düşünüyorum da, okuldaki ilk yıllarında ne okul, ne biz çocuğumuza başarının sözünü bile etmedik. Çocuk ne başarıyı, ne başarısızlığı bildi. Buna karşın, hayatı denenecek yeni şeylerin olduğu bir oyun bahçesi gibi gördü. Onun için tek önemli olan yaptığı şey , “Eğlenceli mi değil mi?” sorusuydu.
Kızımın, 7 yaşında, ilk piyano konseri için çalışırken, bana birkaç kez “Anne, ya konserde hata yaparsam ne olur, salon kalabalık olacak mı?” diye sorduğunu hatırlıyorum. Ben de ona “Hata yaparsan çalmaya devam edersin. Önemli olan çok çalışmak. Emeğinin sonucu olarak ortaya çıkardığın güzel bir şeyi başkalarıyla paylaşmak. Büyük olasılıkla hata yapacaksın. Canını sıkma, devam edersin”, dediğimi hatırlıyorum.
Evet, kızım hata yaptı ama devam etti, ve konser sonunda çok mutlu bir şekilde üzerime atladı.
Kızım, Hollanda’da geçirdiğimiz süre içinde mükemmel olması gerekmeyen birçok etkinlik yaptı, ve en nihayetinde yeni şeyleri yapmaya istekli, denediği ve yaptığı şeyleri bir başarı ve başarısızlık olarak görmeyen, yaptığından keyif alan bir çocuk oldu.
Hayat; becerilerin düşüp kalkarak öğrenildiği, belirsizliklerle dolu bir yer ve kesinlikle mükemmel değil:) Bu yüzden, çocuklarımıza, çok korunaklı olmayan, kontrollü bağımsızlık imkanı veren ortamlarda, yapabilmek için uğraşması gereken etkinliklerle, olumlu tecrübe hafızası oluşturmamız çok önemli… Çünkü yaptıkları, onların, yapabileceklerine inancını artırıyor, düştüklerinde kaldırıyor.
Cesaretlendirmenin çocuklarımız üzerindeki müthiş olumlu etkisini unutmayarak, sabırla, mutlu, yeni olasılıklara açık, kendini gerçekleştirme gücüne sahip bireyler yetiştirebilmek dileğiyle…
#zamansizyazilar
AYŞİN BOZKOYUNLU