2021’de yazdığım bu ilk yazının kadına yönelik şiddet ve toplumsal cinsiyet algısı konusunda olmasını istiyorum. Bu toplumumuzun kanayan bir yarası haline geldi ve tüm toplum olarak acil önlemler almadığımız sürece bu yara uzun bir süre daha kanamaya devam edecek gibi görünüyor.
Hepinizin bildiği gibi, 2020’nin son günlerinde acı bir haberle, meslektaşım, fakültemize uzun yıllardır emek veren değerli hocamız Dr. Aylin Sözer’in canice katledildiği haberiyle sarsıldık. Bu acının tarifi mümkün değildir. Katilinin en ağır şekilde cezalandırılması hepimizin dileğidir. Ama onun cezalandırılması bundan sonraki kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin bitmesini sağlamayacak. Sağlamayacağını geçmişteki cinayetlerden biliyoruz. O halde başka neler yapmalıyız?
Öncelikle toplumda şiddeti ortadan kaldıracak önlemler almalıyız. Şiddeti doğuran unsurları dikkatlice gözden geçirip bu unsurları ortadan kaldıracak önlemler almalıyız. Ama bana göre diğer tüm şiddet olayları gibi kadına yönelik şiddet de ayrıca ele alınıp buna yönelik önlemlerin ayrıca derinlemesine incelenmesi gerekiyor. Çünkü kadına yönelik şiddetin kaynağı temelde ülkemizin feodal toplum yapısını üzerinden atamaması ve değişen çağda kadının özgürleşip toplumsal hayatta yer almasını hazmedemeyen erkek bireylerin hıncını kadından alması şeklinde ortaya çıkıyor. Bu anlamda eğitimin çok önemli olduğunu ve özellikle küçük çocukların toplumsal cinsiyet algısını çağımıza uygun bir şekilde oluşturmak gerektiğini düşünüyorum.
Bu konuyla ilgili olarak küçük yaştan itibaren kız ve erkek çocuklarımıza öğretmemiz gereken değerlerin neler olduğunu gözden geçirelim:
- Kadın ve erkeklerin her birinin toplumda bir yer edinme hakkı olduğunu, bu sebeple kadının da meslek sahibi olması yönünde eğitilmesi gerektiğini öğretmeliyiz.
- Tıpkı erkek gibi kadının da öncelikli görevinin ve sorumluluğunun ne olacağı yönündeki karar kendisine aittir. Nasıl bir erkeğin öncelikli görevinin babalık ve eş olmak olduğunu söyleyemiyorsak bir kadının da öncelikli görevinin anne ve eş olmak olduğunu söyleyemeyiz.
- Erkek ya da kadın birbirine hizmet etmek için var olmak zorunda değildir. Erkek ve kadın birbirine destek olmalı, iş ve özel hayatlarında dayanışma halinde olmalıdır.
- Taciz ve şiddet cinsiyetle ilgili değil, güçle ilgili bir durumdur. Bir cinsiyetin diğeri üzerinde güç gösterisinde bulunarak taciz ve zorbalığı asla kabul edilemez. Bu insan haklarına aykırıdır.
- Fiziksel olarak ve toplumdaki konumu açısından erkekten daha güçsüz olduğu için taciz ve şiddete uğrayan taraf genelde kadın oluyor. Bu nedenle, toplum yapısını, bireylerden birilerinin diğerleri tarafından ezilmesine imkan tanımayacak şekilde gelişmesini sağlayacak bireyler yetiştirmeliyiz. Bu da ancak karşısındaki insanı kendi amacına hizmet edecek bir araç değil, insan olarak gören bireyler yetiştirmekle mümkün olabilir.
- İşlenen suç, taciz ya da şiddete uğrayan veya öldürülen bir kadının o erkekle ilişkisinin boyutundan bağımsız olarak ele alınmalı. Bu suç değerlendirilirken, kadının o saatte orada ne işinin olduğu, o erkekle ne yaptığı, nasıl bir ilişkisi olduğu tartışma konusu olmamalıdır. Bir insanın yaşam şeklini onaylayıp onaylamamamız suçun şiddetini değiştirmez. Yaşam hakkını ve güvenliğini kendi ahlaki normlarımızdan bağımsız olarak değerlendirmemiz gerektiğini bireylere öğretmeliyiz.
Bütün bu değerleri bireylere nasıl öğretebiliriz? Şimdi biraz da onu düşünelim:
- Öncelikle söylemlerimizi değiştirmeliyiz. Örneğin, “O bir eşti, anneydi…” gibi ifadelerden kaçınmalıyız. Eş ve anne olmayanların yaşamının daha değersiz olduğu izlenimini verme hakkımız yok.
- Eğitimciler olarak kız ve erkek öğrencilerimize eşit hak ve sorumluluklar vermeliyiz. Erkekler ağlamaz, kızlar kırılgandır, korunmalı gibi algıları önce kendi zihnimizden silmeliyiz.
- Derslerimizde ilgili konularda verdiğimiz sanatçı, bilim insanı, düşünür gibi tarihi figürlerden söz ederken sadece erkeklerden değil, kadınlardan da örnekler vermeliyiz. Hatta tarihte neden bu kadın figürlerin az olduğu konusunu, toplumsal rolleri ve değişen çağda kadının rolünü de vurgulayarak anlatmalıyız.
- Üniversitelerde, özellikle Eğitim Fakültelerinde “Toplumsal Cinsiyet Algısı ve Eğitim” konulu dersler verilmeli, öğretmen adaylarının derslerinde cinsiyet eşitliğine yönelik olarak ne tür uygulamalara yer vereceğine yönelik ders içerikleri oluşturulmalıdır.
Cinsiyet ayrımcılığının, tıpkı ırkçılık, dini ve milli ayrımcılık gibi insanlık dışı bir yaklaşım olduğunu unutmamalıyız. Kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin önlenmesi konusunun sadece ceza hukuku konusu olmadığını, bunun bir eğitim sorunu da olduğunu bilmeli, eğitimciler olarak bu konuda sorumluluğumuz olduğunun bilincinde olmalıyız. Kadının özgür olmadığı bir yerde erkeğin de olamayacağını da asla unutmamalıyız.