Burada, bilebildiğim kadarıyla, teorik ve pratiğe yönelik yazılar yazacaktım güya. Zorunlu eğitimi sorgulayacak, özgür eğitimi anlatacaktım. Ezberci eğitimi teşhir edecek, doğayla iç içe deneyimsel eğitimden dem vuracaktım. Yirmi iki yıllık öğretmenlik hayatım boyunca yaşadıklarımı, tanık olduklarımı, gözlemlediklerimi, öğrendiklerimi ve okuduklarımı paylaşacaktım.
Sistemmiş, itaatmiş, ezbermiş, PISA’ymış, Prusya’ymış… Şimdi anlıyorum ki boşmuş hepsi. Ve üzülerek görüyorum ki asıl can alıcı noktayı es geçmişim meğer ki. Ve o es geçtiğim nokta, can alınca ancak şu kalın kafaya dank etti.
Kırk yedisinde bir baba… İsmail Devrim. Okul pantolonu alamadığı oğlunun derse alınmadığını öğrendiğinde “Madem oğluma bir pantolon alamıyorum ben neden yaşıyorum ki?” diyerek kıydı canına. Böyle yazıyordu ajanslar.
İki sütun üstüne birkaç satıra sığdırılan bu haberi okuduğumda darmadağın oldum. Bu haberi okuyan birçok insanın yüreği burkulmuş, acımıştır o babaya bilirim. Oysa acıma duygusu uğramadı bile benim yanıma. Acımadan daha çok utanmaydı benim hissettiğim. Tepeden tırnağa çırılçıplak bir utanma… Öğretmenliğimden utandım mesela. Öğrencilerimden utandım. İnsanlıktan utandım. O babanın çocuğunun acılı gözlerinden utandım.
Ve cereyan eden bu olayın sonunda sistem namına ve kurallar adına o çocuğu derse almayarak onu rencide eden ve bir babayı böyle duygulara iten öğretmenin ne hissettiğini merak etmeden de duramadım. Öğretmenliğinin insanlığından önce gelemeyeceğini düşünmüş müdür acaba? O öğretmenin adına da utandım ben aslında.
Hiçbir sistem bir çocuğun tırnağı kadar mühim olamaz bence ve hiçbir kural çocuklardan daha öncelikli değildir.
Eğitimi gerçekten düzeltmek mi istiyorsunuz? O halde ekonomiyi düzeltin önce efendiler. Milli gelirin adil paylaşımını sağlayın. Bunları yapamaz iseniz ne yaparsanız yapınız boşa kürek sallar, havanda su döversiniz sadece, bilesiniz. Bu ülkede yüz binlerce çocuk bir bardak süte ya da bir yumurtaya hasret geliyor okullara çünkü. Fizyolojik ihtiyaçlarını doğru dürüst karşılayamayan milyonlarca insan var kısacası. Fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayamamış bir çocuğa hangi doktrine, hangi sisteme ve hangi yönteme göre eğitim verilirse verilsin boştur, boş. Boş midenin sayıkladığı bedene öğretmenin sesi yetişemez bilesiniz. Ve gerçek şu ki sahip olunan koşulların eşit olmadığı bir sistemde, sadece eğitimde değil, hiçbir şeyde fırsat eşitliği sağlanamaz. Fırsat eşitliğinin olmadığı bir eğitim de sadece ve sadece eşitsizliği büyütür, bunu böyle bilesiniz.
Bir de şuna değinmeden edemeyeceğim. Eğitimin kılıkla kıyafetle bir ilgisi yok. Bir insana istemediğini yaptırmak ise en büyük zulümdür. Birçok idareci, birçok öğretmen işini gücünü bırakmış çocukların kılık kıyafetiyle uğraşmaktadır. Öğretmenlerin özgür kılık kıyafet eyleminde iken çocukların kılık kıyafetleriyle meşgul olmaları ise cidden abesle iştigaldir. Abesle iştigalden de öte tam anlamıyla komedidir.
Çocukları, gençleri lütfen özgür bırakın. Özgür bırakın ki tüketsinler. İçlerinde ukdeler kalmasın. Ve unutmayın; tarihten günümüze kadarki zaman diliminde şu kılık kıyafete harcadığımız mesaiyi bilime harcamış olsaydık belki de uzayı keşfeden biz olurduk.
Yol yakınken yanlıştan dönün artık; çocukları rahat bırakın, babalara kıymayın efendiler.
Yüreğinize sağlık..
teşekkür ederim
teşekkür ederim