Bireyler aileyi, aileler toplumu, toplum ise bir milleti, devleti ve ülkeyi oluşturur. Devletimizin refah içinde ebet müddet devamından hiç şüphe duymayız. Bu duygu bile bir değer olarak geçmişten getirdiğimiz milli bir özgüvenin varlığına dayanmaktadır. Yakın geçmişte yaşadığımız Kurtuluş Savaşı, halen çevremizdeki ve komşu ülkelerdeki yaşanılanlar aslında bunun çok da garanti olmadığını göstermektedir. Bugün hür ve bağımsız, huzur ve refah içinde yaşıyorsak geçmişte ödenmiş bedellerin sonucu olduğunu hiçbir zaman unutmamalı ve unutturmamalıyız. Bu gereksiz bir korku ve paranoya durumu olmayıp sürekli uyanık ve zinde kalmamız için bir zorunluluk olarak görülmelidir.
Bir toplumun birarada yaşayabilmesinin en temel koşullarından biri ortak kültürüne sahip çıkmasıdır. Her toplumun kendine ait yansıttığı değerleri vardır. Biz de bunların ilk sıralarda ve en güçlü olanı ise tek vatan-bayrak-millet-devlet olarak kabul edilmektedir. Bunları en kutsalımız sayarak asla laf söyletmeyiz. Bunları biz önce ailemizde, çevremizde bilinç ve nihayet okullarda ders olarak öğrenip benimsemekteyiz. Neredeyse hepimizin hayat felsefesidir desek abartmış olmayız. Bu temel varlık ve değerlerimiz varsa bizlerde varız. O zaman başta kişisel olarak sonra millet olarak kendimize güven duygusuna asla kaybetmemeliyiz. Tarihi ve toplumsal hatıralarımıza sarılırsak bu gücü kendimizde bulabiliriz.
Bu coğrafyada üzerinde yaşadığımız vatan bizim kaderimizdir. Dünyanın ücra bir köşesinde yaşasaydık belki de bugüne kadar yaşadığımız ve halen içinde olduğumuz tehditlere maruz kalmayabilirdik. Kıtaların birleşim yerinde, üç tarafı denizlerle çevrili, aynı anda dört mevsimin yaşanabildiği, insanların ihtiyacı olan her türlü gıda ve ürünün yeter seviyede üretilebildiği bize göre de cennet bir vatanda olmamız bize Allah’ın bir lütfu olsa gerek. Biz böyle olduğunu millet olarak inanıyoruz. Öyleyse bu kaderimize son ferdimize kadar sahip çıkmalıyız. Bu konuda birbirimize moral verip birbirimize sarılıp güçlü olmalıyız.
Ülküde bir olmalı, birarada olmalı ve hep güçlü olmalıyız. Bu güç, başta manevi ve moral gücü sonra ise ekonomik güçlü olmamızdır. Doğal olarak kardeşler içinde bile farklı düşüncelere sahip olanlar olduğu gibi toplum ve millet içinde de farklı düşüncelere sahip olanların olması gayet doğaldır. Ancak bu farklılık, milletimize ve devletimizi geleceğe taşıyabilmek için neleri, nasıl ve hangi öncelik sırasına yapmak gibi usulde olmalıdır.
Demokratik bir yönetim altında Anayasamız ve yasalarımıza uygun davranarak kendimizi ifade edebilir ve inandığımız doğruları anlatabiliriz. Parlamenter sistem içinde siyasi partilerin ve sivil toplum örgütlerinin varlığı da bunun içindir. Bu büyük çatı altında vatandaş sıfatıyla hepimiz aynı ve eşit haklara sahibiz. Bunun böyle olduğunu biz eğitimciler okullarda öğrencilere böyle öğretmekteyiz. Seçim dönemlerinde vatandaşlık görevimizi yerine getirdikten sonra bir sonraki seçime kadar artık bizler işlerimize odaklanmalıyız. Bu işi siyasiler kendi arasından demokratik sisteme dayalı olarak yürütmelidirler.
Hepimiz ortak idealin etrafında buluşup birleşerek çaba sarf etmeliyiz. Her biz ferdimiz ülkenin en kıymetli varlığıdır. Eğitimde feda edilecek birey yoktur sözüyle de her birimizin farklı yetenekleri olduğunu, eğitimle bunları geliştirerek en iyiyi yapabilme becerisi kazanabileceğimizi kabul ederiz. Bu arayış ve çaba hayatboyu süren bir yolculuk gibidir. Gücümüz sadece nüfusumuz değil eğitimli, üretken aktif insanlarımızdır. Tek ortak menfaatimiz de devletimizin her konuda her daim güçlü olmasındadır. Eğitim sadece diplomalara sahip olmak değil başta insan ve milletin bir ferdi olduğumuzu unutmadan ona uygun davranarak çok çalışmaktır.
Yarınlar bireyler için onlarca yıllardan oluşurken devletler için bu yüzlerce yıllardan oluşur. Bugün yaptıklarımız veya yapmadıklarımız gelecekte sıkıntı veya refah içinde olacağımızın sonuçları olacaktır. Bugün teknolojik olarak üstün ve önde olan ülkelerin geçmişte yaptıkları uzun vadeli planları, yatırımları ve çalışmaları sonucudur. Bunun en temel başlangıç ve başarı noktası yine eğitimdir. Başta kendi ülkemizin neye ihtiyacı varsa bunları karşılayacak eğitimlerin gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Nitelikli eğitim seviyemizin yükseldiği kadar başarılı olabiliriz. Öte yandan eğitim felsefemiz içinde yer alan çift kanatlı yani dini-ahlaki-moral değerler açısından da güçlü olmalıyız. Çünkü medeniyet sadece teknolojiye sahip olabilmek değil aynı zamanda insani değerleri bilen-benimsemiş-uygulayan bireylerin varlığıyla mümkün olabilir.
Dünyanın çeşitli dönemlerde girdiği ekonomik krizleri halk olarak en az olumsuz etkiyle atlatabiliyor olmamızın temelinde millet olarak sahip olduğumuz dayanışma ve paylaşmayla mümkün olabilmiştir. Zor şartlar bize israf etmemeyi ayağımızı yorganımıza göre uzatmayı da tekrar hatırlatmaktadır. Gerçek hayatta ürettiğinden çok tüketmeye çalışanlar bir süre sonra zor duruma düşeceklerdir. Öyleyse geleceğe hazırlanırken ihtiyaçlarımızdan birisi de üretken olmaktır. Herkes çalışacak, çok çalışacak, üretecek ancak verimli ve kaliteli üretecek ki mal ve hizmetleri ihraç edebilelim. İhraç edemiyorsak ithal ettiklerimizin karşılığını ödemekte zorlanırız. Çünkü şimdilik, kimi ülkeler gibi az zahmetle çıkarıp satacak sınırsız doğal kaynaklara sahip değiliz.
Bu gerçekler ışığında nitelikli insan yetiştirmeye çalışmalıyız. Toplumun gücü bireylerinin gücü olduğuna göre her birimiz, devletin sağladığı temel ve zorunlu eğitimler dışında kendimizi eğitmeli, geliştirmeli ve yetiştirmeliyiz. Zira eğitim, bireylerin kendi istek ve katılımları olmadan başarılabilecek bir konu değildir. Hedef ve ideallerimizi çocuklarımıza-öğrencilerimize-gençlere aktarmalı ve kavratmalıyız. Mevlana pergel metaforunda olduğu gibi bir ayağımız geçmişte-mayamızda-değerlerimizde diğeri ise gelecekte ihtiyacımız olan gereklerde olmalıdır.
Bilim insanları, “eğitimi; insanları geliştiren ve toplum halinde uyum içinde yaşamayı öğreten mucizevi bir güç” olarak görmektedirler. Eğitim insana, bilgi-beceri ve yetkinlik kazandırmanın yanında ruhsal-fiziksel olarak da güçlü hale getiren bir süreçtir. Bu itibarla eğitim, insanı güçlü hale getiren sihirli bir araçtır. Toplum açısından da toplu olarak seviye yükselten bu hayati araç üzerinde tüm dünya daha nitelikle yapmak için çaba sarf etmektedir. Buradan eğitim alanında başarılı olmamız halinde geleceğe gereği gibi hazırlanacağımıza inanabiliriz.
Son yıllarda halkımız, çocuklarının daha iyi eğitim alması için; ek kaynak kitaplar alması, özel dersler aldırması, kurslara göndermesi ve iyi okullar peşinde koşması eğitimin gücüne inanmış olduğunun göstergesi sayılabilir. Nitelikli iyi bir eğitimin gereklerini gelişmiş ülkeler ve birlikleri belirlemiştir. Ülkemiz için Türkiye Yeterlilikler Çerçevesi olarak da kabul görmüş bu anahtar yetkinlikler, bilgi toplumunun gerektirdiği, tüm bireylerin sahip olması gereken, kişilerin hayat boyu öğrenme çerçevesinde bireysel gelişimini, topluma etkin ve sorumlu bireyler olarak sosyal katılımlarını, istihdam edilebilmelerini destekleyen temel yetkinliklerdir. Anahtar yetkinlikler şunlardır: “Okuma yazma yetkinliği, Çoklu dil yetkinliği, Matematiksel yetkinlik ve bilim, teknoloji ve mühendislikte yetkinlik, Dijital yetkinlik, Kişisel, sosyal ve öğrenmeyi öğrenme yetkinliği, Vatandaşlık yetkinliği, Girişimcilik yetkinliği, Kültürel farkındalık ve ifade yetkinliği” dir.(1)
Çeşitli yönleriyle eleştirilse de PISA ve TIMMS gibi sınavlar bu anahtar yetkinlikleri yerine getirebilecek eğitim çıktılarını da ölçmektedir. Eğitim ülkelerin genetik kültürel kodlarına göre yapılandırılmakla birlikte diğer yanıyla evrensel normların da gereklerini karşılayabilmelidir.
(1) https://www.tyc.gov.tr/sozluk/anahtar-yetkinlikler-i1.html