Dijital çağın çocukları artık “var olmak” için konuşmuyor, yazmıyor, üretmiyor; paylaşıyor.
Kim olduklarını, neye inandıklarını ya da ne hissettiklerini, ekrandaki beğeni sayıları üzerinden anlamlandırıyorlar.
Bugün okul koridorlarında yankılanan sessiz bir soru var:
“Beni kim görüyor?”
Sosyal medya, çocukların yalnızca iletişim biçimini değil, kimlik gelişimini de dönüştürdü.
Bu dönüşüm öyle hızlı ilerliyor ki, hem öğretmenler hem de veliler, bu değişimi anlamakta güçlük çekiyor.
Çünkü artık çocuklar için “ben kimim?” sorusunun yanıtı, giderek “beni kim görüyor?” sorusuna dönüşüyor.
Görünürlük Kültürü ve Değer Algısının Değişimi
Geleneksel eğitimde çocuk, kimliğini okulda, ailede ve arkadaş çevresinde deneyimleyerek kurardı.
Şimdi ise bu süreç, büyük ölçüde dijital ortama taşındı.
Bir fotoğrafın aldığı beğeni sayısı, bir videonun izlenme oranı ya da takipçi sayısı, çocuğun özdeğerini doğrudan etkileyebiliyor.
Görülmediğinde değersiz, beğenilmediğinde yetersiz hisseden bir çocuk profiliyle karşı karşıyayız.
Bu durum sadece bireysel bir sorun değil; bir dijital kimlik krizi.
Oysa çocukluk, dışsal onaydan çok, içsel keşfin dönemidir.
Bir çocuğun gelişiminde en önemli süreç, başkaları tarafından alkışlanmak değil, kendi başarısından tatmin olmayı öğrenmektir.
Sosyal medya, bu dengeyi kırıyor.
Çocuk, içsel sesini kaybedip dış dünyanın yankılarına göre yaşamaya başlıyor.
Aile-Çocuk Arasında Dijital Uçurum
Birçok veli, bu yeni gerçekliği anlamakta zorlanıyor.
Bazıları “çok vakit harcıyor” diyerek yasaklama yoluna gidiyor, bazıları ise “bırakayım, çağın gereği” diyerek tamamen serbest bırakıyor.
Her iki yaklaşım da çocuğu yalnızlaştırıyor.
Yasak, merakı artırıyor; kontrolsüz özgürlük ise bağımlılığı.
Çocuk, bir yanda ebeveynin baskısı, diğer yanda sosyal medyanın görünmez kuralları arasında sıkışıyor.
Bu durum, aile içinde sessiz çatışmaların temelini oluşturuyor.
Veliler, çocuğun gerçek benliğiyle dijital benliği arasındaki farkı çoğu zaman fark edemiyor.
Çocuk evde içine kapanık olabilir ama sosyal medyada son derece aktif ve dışa dönük bir profil çizebilir.
Ebeveyn, bu farkı anlayamadığında “çocuğumla iletişimim iyi” sanabilir — oysa o iletişim çoktan ekrana taşınmıştır.
Okulda Dijital İzler
Sosyal medyanın öğrenciler üzerindeki etkisi yalnızca evle sınırlı değil; okulda da açıkça gözleniyor.
Bazı öğrenciler, “trend” olma kaygısıyla sürekli dikkat çekmeye çalışırken; diğerleri, “ben yeterince ilginç değilim” diyerek sessizliğe gömülüyor.
Kıyas kültürü, sınıf ortamını bile etkiliyor.
Bir öğrencinin kıyafeti, konuşma biçimi, ilgi alanı artık yalnızca sınıf arkadaşlarıyla değil, binlerce “takipçiyle” kıyaslanıyor.
Bu durum, özellikle ergenlik döneminde kimlik gelişimini derinden sarsıyor.
Çocuk, öğrenmek yerine “nasıl görünürüm?” sorusuna odaklanıyor.
Bu, sadece akademik motivasyonu değil; özsaygıyı da zedeliyor.
Eğitimcinin Yeni Görevi: Dijital Okuryazarlığı Rehberlikle Birleştirmek
Bir öğretmen olarak son yıllarda fark ettiğim en büyük değişim şu:
Artık ders anlatmak kadar, duygusal rehberlik yapmak da eğitimin bir parçası.
Çocuklara sadece “telefonu bırak” demek yeterli değil.
Onlara dijital dünyada nasıl var olacaklarını, nasıl düşünmeleri gerektiğini öğretmek gerekiyor.
Okullarda yapılabilecek bazı etkili adımlar:
Dijital benlik farkındalığı: Öğrencilere kimliklerinin sosyal medyadaki yansımalarını konuşma fırsatı verilmeli.
Eleştirel medya eğitimi: Sosyal medya içerikleri, doğruluk ve niyet açısından birlikte analiz edilmeli.
Gerçek başarıyı görünür kılmak: Akademik ya da sanatsal çabalar okul içinde paylaşılmalı, öğrencinin “beğeni” ihtiyacı anlamlı biçimde karşılanmalı.
Dijital vatandaşlık bilinci: İnternette saygı, gizlilik ve etik değerler erken yaşta öğretilmeli.
Çocuk, “beğenilmek” yerine “katkı sunmak” duygusunu deneyimlediğinde, gerçek özgüven inşa etmeye başlar.
Velilere Düşen Rol
Veliler için en zorlayıcı kısım, dijital dünyanın hızına ayak uydurmak.
Ancak burada asıl mesele teknolojiyi değil, çocuğun duygusunu anlamaktır.
Yasaklar yerine rehberlik, eleştiriler yerine empati gerekir.
Bir veli, çocuğunun dijital hayatına tanıklık etmeli ama onu yönetmeye çalışmamalıdır.
Çocuğun paylaşımlarını küçümsemek yerine, onun neden paylaştığını anlamaya çalışmak; eleştirmek yerine, yönlendirmek gerekir.
Bir akşam yemeğinde “Bugün kaç beğeni aldın?” yerine,
“Bugün seni en çok ne mutlu etti?” diye sormak bile iletişimi yeniden kurar.
Gerçek Olmanın Gücü
Sosyal medya, çocuklarımızın hayatında kalıcı olacak.
Ancak onların kendilik duygusunu belirlemesine izin vermek zorunda değiliz.
Görevimiz, dijital dünyayı yasaklamak değil; onu anlamlandırmalarına yardımcı olmak.
Gerçek başarı, görünürlükte değil; kendini tanımakta gizlidir.
Kendini olduğu haliyle yeterli hisseden bir çocuk, hiçbir algoritmanın yönlendiremeyeceği kadar güçlüdür.
Beğeniler geçer, takipçiler değişir;
ama kendini tanıyan bir çocuk, her çağda sağlam kalır.

