19. Asrın Tanzimat aydınlarından birisi ve belki de en önemlisi olan Namık Kemal, toplumun hafızasında vatan ve hürriyet fikirleriyle yer edinmiş mütefekkirimizdir. Onu toplumun hafızasından hareketle “vatan şairi” olarak tanıyor olsak da Tanzimat Dönemi fikir hayatında yön veren önemli bir nâsir olarak belirtmek de yerinde olacaktır. Özellikle İbret gazetesinde yayınlanan yazıları onun nesir yönünün de kuvvetli olduğunu alenen ortaya koymaktadır. Bir topluma yön vermek sadece ve sadece siyaset ehillerinin değil o dönemde yaşamış aydınların da samimi gayretlerini gerektirir. Zira hayatının belli bir döneminde siyasetin bizzat içinde de bulunmuş olan Namık Kemal, Tanzimat Döneminde daha çok “Genç Osmanlılar” topluluğu içinde tanınmış olup Türk toplumunun modernleşmesi ve geleceğini inşa etmesi için mücadele vermiş aydınlarımızdandır. Yani bizler Namık Kemal’i hem işin mutfağından gelen bir siyasetçi hem de millî hassasiyetleri kendisine dert edinmiş bir toplum mimarı olarak tanımlarsak yanlış olmaz. Bir şair, yazar ve düşünce adamı olarak Namık Kemal, “Vatan” adlı makalesinde belki de günümüze de ışık tutacak önemli hususiyetler üzerinde durmaktadır. Öncelikle Osmanlı’nın 19. asırdaki mevcut durumunun her ne kadar yenilik yapılsa da yıkılmaya yahut parçalanmaya müsait olduğunu belirtmek gerekir. Milliyetçilik cereyanı ile farklı milletlerin Osmanlı’nın parçalanmasını tetiklediği hepimizin malumudur. Sadece bu durumla sınırlamak da yanlış olacaktır. Osmanlı mâli açıdan da sıkıntılı dönemlerin pençesindedir. Osmanlı toprağında bulunan azınlıklar ise yapılan reformlarla bir arada tutulmaya çalışılmışsa da dış güçlerin alicengiz oyunları yine bizi bir fikre, milli bilincin doğması meselesine götürmektedir. Millî bilinç, vatanperverlik, hürriyet ve modernleşme gibi konular ise Namık Kemal’in düşüncelerini en çok meşgul eden kavramlar olmuştur. Şimdi Namık Kemal’in “Vatan” makalesinden hareketle nasıl bir düşünce adamı olduğunu ve neleri topluma sezdirmek istediğine bakalım.
Namık Kemal makaleye şöyle başlar: “Hikmet-i tecrübiye(tecrübeye dayanan hikmet) ki cihânın şu gördüğümüz kemâlât(olgunluklar) ve terakkiyatına(gelişmeler) her şeyden ziyade hizmet etmiştir, bu kadar fevâidiyle(faydalarıyla) beraber bir iki asırdan beri her türlü hududu zîr ü zeber(altüst) ederek fikirlerde ne kadar mu’tekât(inanılacak şey), gönüllerde ne kadar hissiyat var ise cümlesini şaibesinden mâsun olamamıştır(saklanamamıştır). Tecrübe nâmına taharri-i hakikatle me’luf olanlarda(gerçeği araştırmaya alışkan olanlarda) ise aradıklarını maddiyat içinde bulmaya hasr-ı nazar(odaklanma) etmiş birtakım ashab-ı muaheze(alay sebepleri) görülür ki dünyada lemsi(duygusal) ve müşahedesi(şahitliği) nâkabil(kabul görmeyen) her ne var ise mevhum(evham mahsulü) veya ma’dum(mevcut olmayan) tutmak isterler, umumun menfaatinden başka hak, efrâdın(ferdlerin) ihtiyatından başka ahlâk tanımazlar. Tasarrufa sirkat, verasete gasp, nikâha esaret namı verirler.” Namık Kemal burada tecrübe edilmişin yani yaşanmışlığın kutsiyetine vurgu yapmaktadır. Tecrübenin tüm cihana ve toplumlara hizmet edişi beraberinde bu toplumların ders çıkarmasını ve ilerlemeye ışık tutuşunu belirtmiştir. Ancak ona göre Osmanlı devlet anlayışı ne yazık ki tecrübenin yahut tarihten ders çıkarmanın kıymetini bilmemektedir. Hem ders çıkarmak bir kenara bırakılmış hem de gönüllerdeki hissiyat zedelenmiştir. Tecrübeyi ciddiye alanların ise Namık Kemal’e göre gerçeği görmekte sıkıntıları vardır. Bu paragrafın son cümlelerinde de rastladığımız üzere tasarrufu hırsızlık, miras sahibi olmayı gasp ve nikâhı esirlik zanneden bir anlayış yozlaşması vardır. Yani hissiyattan maddiyata giden bir yol Namık Kemal’in de dikkatinden kaçmamıştır.
Bu maddiyatçı anlayış, vatanın tamamen maddi bir kimliğe bürünmesine de sebep olmuştur. Vatan kavramı Namık Kemal’e göre şöyle değerlendirilmeye başlanmıştır: “Vatanı tayin eden madde birkaç bin mazlumun kanı veya birkaç rical-i devletin kalemiyle çizilmiş bir hatt-ı mevhumdan ibaret değil midir?” Böyle bir soru hiç kuşku yok ki içinden ruhu çekilmiş bir insan değerlendirmesidir. Cetvelle çizilmiş yer vatandır anlayışı belki de esareti hak eden bir millet anlayışıdır. Gerçekten cetvelle çizilmiş olan Ortadoğu ülkelerine o günün gözüyle bugün bakarsak bahsedilen anlayış haklı diyebiliriz. Ancak meseleyi sadece sınırlanmış yer sembolüyle değerlendirmemek lazım. Örneğini verdiğimiz Ortadoğu ülkelerinde bugün ne büyük zulüm ve acıların merkezi olduğu gerçeği de ortadadır. Namık Kemal, şu cümleyle vatanı yanlış değerlendirenlerin tezlerini çürütür: “Evet, Sâni’-i Hâkim(Hikmet sahibi olan Yaratıcı) insanın fikrini kerrât cedveli, vicdanını hendese mikyası mahiyetinde halk etmiş(yaratmış) olsaydı dünyada aile, millet, mesken, vatan tasavvurlarının(düşüncelerinin) vücuduna imkân kalmazdı.” Mânevi dünyasıyla da saygı duyduğumuz Namık Kemal, burada yaradılış gâyesinden bahsediyor. Bir açıdan Yaradan bizleri duyguları ve bağlanma gereksinimi olan varlık olarak yaratmıştır ki aksi halde bitkilerden farkımız kalmazdı.
Namık Kemal, bu yanlış fikirlerin tedavisini sağlayacak reçeteyi de sunmaktadır: “Şîr-harlar(bebekler) beşiğini, çocuklar eğlendiği yeri, gençler maişet-gâhını(geçim sağlanan yer), ihtiyarlar kûşe-i ferâgatini(yalnızlık köşelerini), evlad validesini, peder ailesini ne türlü hissiyat ile severse insan da vatanını o türlü hissiyat ile sever.” Evet, vatan bu denli manevi dünyada sevilecek ve örneklerdeki gibi sonsuz sevgiyle geleceğe adım atacaktır. Bu reçete sadece bir cümleyle sınırlandırılmamıştır. Namık Kemal, cümlelerine şöyle devam eder: “Bu hissiyat ise sırf sebepsiz bir meyl-i tabiîden(insanın tabiatından) ibaret değildir. İnsan vatanını sever çünkü mevâhib-i Kudret(Allah’ın bahşettiği şeyler)’in en azizi olan hayat, hava-yı vatanı teneffüsle başlar. İnsan vatanını sever, çünkü ‘ataya-yı tabiatın(Allah’ın bağışladığı şeylerin) en revnaklısı(parlağı) olan nazar lemha-i iftitahında(ilk bakışında) hâk-i vatana(vatan toprağını) taalluk eder. İnsan vatanını sever çünkü madde-i vücudu(vücudunun maddeleri) vatanın bir cüzüdür(parçasıdır). İnsan vatanını sever, çünkü etrafına baktıkça her köşesinde ömr-i güzeştesinin bir yâd-ı hazini(hüzünlü bir hatırasını)tehaccür etmiş gibi görür. İnsan vatanını sever, çünkü hürriyeti, rahatı, hakkı, menfaati vatan sayesinde kaimdir. İnsan vatanını sever, çünkü sebeb-i vücudu olan ecdadın makber-i sükûnu(sessiz mezarı) ve netice-i hayatı(hayatının sonucu) olacak evladının cilve-gâh-ı zuhuru(ortaya çıkacağı yer) vatandır. İnsan vatanını sever, çünkü ebnâ-yı vatan(vatan çocukları) arasında iştirâk-ı lisan(dil birliği) ve ittihat-ı menfaat(menfaat birliği) ve kesret-i müvânese(alışkanlıklar) cihetiyle bir karabet-i kalb(gönül yakınlığı) ve uhuvvet-i efkâr(fikir kardeşliği) hâsıl olmuştur. O sayede bir ademe dünyaya nisbet vatan, oturduğu şehre nisbet kendi hanesi hükmünde görünür. İnsan vatanını sever, çünkü vatanında mevcut olan hâkimiyetin bir cüzünü tasarruf-ı hakiki ile mutasarrıftır. İnsan vatanını sever, çünkü vatan öyle bir garibin şemşiri(kılıcı) veya bir kâtibin kalemiyle çizilen mevhum(belirsiz) hatlardan ibaret değil; millet, hürriyet, menfaat, uhuvvet, tasarruf, hâkimiyet, ecdada hürmet, aileye muhabbet, yâdı-ı şebabet(gençlik hatıraları) gibi birçok hissiyat-ı ulviyenin(önemli hisler) içtima’ından(toplanmasından) hâsıl olmuş bir fikr-i mukaddestir(mukaddes fikir).”
Namık Kemal, yukarıdaki cümlelerde vatan sevgisinin maddi manevi tüm sebeplerini dile getirmiştir. Bahsetmiş olduğumuz yaradılış gayesi dışında insanın doğduğu, nefes aldığı, anılarını geçirdiği, ürettiği, tükettiği, tasarruf ettiği, toprağına geçmişini gömdüğü ve yeni nesillerle geleceğini inşa edeceği bir yer olduğu için vatan sevgisi fikirler içinde en mukaddesidir. Yani “Sınırları tayin edilmiş bir toprak parçası vatandır.” Cümlesinin ötesinde kaybolan manevi düşüncenin maddi düşünceye karşı tanımını yapan Namık Kemal, içi boşaltılmış ve ruhsuzlaştırılmış vatan fikrine tamamen karşıdır.
Osmanlı, farklı milletlerden müşterek bir imparatorluktu. En mükemmel zamanlarını 16. Yüzyılda yaşamış olan bu imparatorluk, halkın da refah seviyesini yüksekte tutmuş, bu açıdan isyanların çıkmamasını, devlete bağlılığı sağlamıştır. Ancak “her iyi her zaman iyidir” demek yanlıştır. Zaman geçtikçe Batı’nın karşısında özellikle teknik açıdan yetersiz kalan Osmanlı, bu devirden sonra düşüşe başlar ki bu düşüş karşısında imzalanan Hatt-u Hümayun gibi reformist hareketlerle bile engellenemez. Özellikle farklı milletler meselesi Osmanlı’nın hazin sonunu hazırlayan en önemli etkenlerden birisi olur. Bazı şair veya aydınlar bu durum karşısında veya hayat görüşleri sebebiyle dünya milleti, evrensen millet kavramlarına meylederler. Fikirlerini tarih sahnesinde defalarca değiştirdiğini bildiğimiz Tevfik Fikret’in bir mısrası da Namık Kemal’in makalesinin konusu olur:
“Milletim nev’-i beşerdir vatanım rûy-ı zemîn”
Bu mısra günümüz Türkçesine “Milletim insanlıktır, vatanım dünya..” şeklinde çevrilebilir. İşte bu mısra ve bu tarz görüşler Namık Kemal tarafından şöyle değerlendirilir: “[böyle bir düşüncenin] zuhuru bu âlemi başka bir âlem hükmüne koyacağından insaniyet için ümmid-i saadeti(saadet ümidi) ittihad-ı umumî(genel birleşme-mahşer) zamanına hasretmekle(bırakmakla) öteki dünyaya hasretmek beyninde pek de farklı görülemez. Binaenaleyh(dolayısıyla) bir millet için o kadar bir istikbali nasb-ı ayn ederek(uzak bir geleceğe göz dikerek) ittihad-ı insaniyet(insanlığın birleşmesi) namına fikr-i vatanı ilgaya kıyam etmek(kaldırmaya yönelmek) ahirette rahat ümmidiyle kendini öldürmek kabilindendir.”Değerlendirmede Namık Kemal, insanlığın birleşme vaktini ahirete saklamak gerektiğinden bahseder. Zaten günümüz toplumlarında olduğu gibi geçmiş toplumlarda da böyle bir birleşme mümkün olmamıştır ve bir nevi ütopyadır dersek yanlış olmaz. Tarih bazı milletlerin birleşmesine sahne olmuştur. SSCB bunun en yakın örneklerindendir ancak akıbeti de herkesçe malumdur. Ayrıca Fikret ve benzeri düşünce adamları, bir “insanlık imparatorluğu” kavramına işaret etmektedirler. Tarihte hangi imparatorluk -Osmanlı da dahil- böyle bir gaye gütmüştür bu tartışmaya açık bir konudur. Gerçekten de Namık Kemal’in dediği gibi vatan fikrini kaldırmaya, yok etmeye çalışmak ahirette mutlu olurum diye intihar etmeye denk düşmektedir. Makalenin devamında bu konunun silahsızlanmayı getireceğini de belirten Namık Kemal silahı elinden bırakmanın esarete yelken açmak olduğunu söyler. Çünkü bir millet silahı elinden bırakırsa karşısında silahlı başka bir milletle karşı karşıya gelecektir. Ayrıca vatan fikri belki de makaleyi de özetleyen şu cümlelerle tarif edilir: “Dünyada vatan fikrini kaldırmak insaniyete bir hizmet ve muktedir olanlara bir büyük meziyet olabilmek zannında bulunanlar da varmış. Biz öyle garip bir maksadı fiile çıkarmak teşebbüsünde pişvâlığı ihtiyarına cesaret edenlere tayyib-i hatırla terk eyleriz(seve seve bırakırız). Bir oturduğumuz yerlerin her taşı için bir cevher-i can verdik. Her avuç toprağı nazarımızda o yola feda olmuş bir kahramanın yadigâr-ı vücududur. Onu, binaenaleyh bize göre vatanı Çin ile Sibirya ile hem-kıymet tutmak ihtimalin haricinde görülür. Vatan, bize kılıcımızın ekmeğidir. Daima kendimize mahsus, kendimize münhasır biliriz. Daima nefsimizden ziyade sever, nefsimizi uğruna feda ederiz.” Özellikle 19. asırda gerçekleşen ve binlerce şehit vermemize sebep olan savaşları düşününce birilerinin kalkıp da vatan aslında dünyadır gibi bir fikre saplanmaları ne kadar basit, bu sözlerle tasdik edebiliriz. Namık Kemal, makalesinde bu konuyla ilgili olarak farklı milletleri de örnek vermekte haklılığına delil göstermektedir. Ayrıca Namık Kemal’in soya dayanan bir millet istemediği de açıktır. Arabistan haricinde hiçbir vilayette veya sancakta tek bir milletin olmadığından dem vuran Namık Kemal, uhuvvet yani kardeşlik konusunu öne çıkarır. Bu yüzden bir Girit hadisesi veya Kürdistan fitnesi çıkmayacağı tahmininde bulunur.
Namık Kemal’in Vatan makalesinde üzerinde en fazla durduğu konulardan birisi de telakki yani ilerleme mevzusudur. Daha önce de belirttiğimiz üzere Batı’nın bilimde ve teknikte ilerlemesi bizlerin ise bu konuda geride kalmamız bu dönemde tarih kitaplarında olduğu gibi o dönemdeki yazılarda da işlenmiştir. Ancak Namık Kemal bu konuda umutsuzluğun bizi mahvettiğini anlatır. Mesela nüfusumuz yok diyenlere rahatlığın sağlanmasıyla yüz sene gibi kısa bir sürede bu nüfusun artacağını anlatır. Bayındırlık işlerinin olmadığından şikâyet edenlere “Avrupa caddeleriyle, demiryollarıyla, limanlarıyla cetvelleriyle şehir ve kasabalarıyla halk olunmadı ya!” çıkışını yapar. Halkımızda servet yok diyenlere ise atasözü niteliğinde şu cümleyle karşılık verir: “sa’yı(çalışmayı) servet vücuda getirmez, serveti sa’y(çalışma) vücuda getirir.” Avrupa’nın gelişmeye erken başlamasından bahsedenlere de bizim geç kalmadığımızı şu cümlelerle anlatır: “Saat-i eyyam(günün saati) vakt-i guruba(güneşin batma vakti) çalmağa mı başladı? Ferda-yı kıyamet hemen yarına mı tesadüf ediyor? Yahut bir işe sonra başlayanların evvelden başlayanlara yetişebilmesi ihtimalini selb edecek(ortaya koyacak) bir kaide mi peyda oldu? Yoksa biz vatanın saadetini bizzat göremeyeceğimizi bilirsek arzu etmeyecek miyiz?” Bu cümleler hiç kuşkusuz geç kaldık diyenlere karşı bir itirazdır. Özellikle son cümle biraz da eleştiri içeriklidir. Vatanın gelişeceğini zaten göremeyecek, öleceğiz düşüncesi bizim gelişmemizi tıkanma noktasına getirir. Almanya’nın II. Dünya Savaşı’ndan nasıl çıktığı hepimizin malumudur. Hitler’in ihtirasları geride bir sürü ölü, yaralı ve tarumar olmuş şehirler bıraktı. Bununla da yetmedi ülke doğu-batı diye ikiye bölündü. Ancak Almanya, dünyaya küllerinden doğmuş bir ülke olmayı öğretti. Dünyada bilimde ve teknikte nasıl bir sıralamada oldukları ortadadır. İşte Namık Kemal’in nasıl olsa öleceğiz gafletine eleştirisi de her yüzyıla ışık tutan bir eleştiri olsa gerek. Avrupa’nın bizim gelişmemize engel olacağı görüşüne de cevap veren Namık Kemal, bunun tersinin zaten mümkün olmadığını, devletlerarası çıkar çatışmalarının varlığını hatırlatarak belirtir.
Vatan makalesi, kuşkusuz, vatana bağlı olma hususlarında geleceğe de ışık tutan konular içeriyor. Osmanlı’nın son dönemlerinde yapılan tartışmaları de bu makaleyle bir nebze de olsa görmüş oluyoruz. Bu topraklarda asırlar geçse de bazı konuların değişmemesi ise yadsınamayacak bir durum. Namık Kemal o günün şartlarında Arabistan coğrafyasının Osmanlı’dan ayrılmasının zor olduğunu düşünüyor ve bunu da hilafetin gücünde görüyordu. İsterdik ki haklı çıksın ama olmadı. Batı’nın emperyalizmi Onun tanımladığı vatan kavramının tam tersini örnekleyecek yeni Arap ülkelerinin doğmasına yol açtı. Girit hadisesi ve Kürdistan fitnesi konusunda da zamanla Namık Kemal’i yanıltacak gelişmeler ortaya çıktı. Girit 1900’lü yıllara yaklaşılırken kaybedildi. Kürdistan fitnesi ise hâlâ Türkiye’nin ana meselelerinden birisi. Namık Kemal’in vatan düşüncesinden ders çıkarmak ve hatta bu düşünceleri olabildiğince toplumda anlatmak lazım gelir ki halk onu sadece şair olarak tanımasın. Evet, Namık Kemal büyük şairdi. Ancak büyük de bir mütefekkirdi. Çağdaşlaşmayı savunan bir yapısı vardı. Terakki, onun tüm fikirlerinin özünü oluşturuyordu. Bugün Osmanlı İmparatorluğu’nun varisi olan bir cumhuriyet olarak nesiller Namık Kemal ve fikirlerine muhtaçtır. Lanetlenmiş bir toprak parçası haline gelmiş Mezopotamya, ahlâki sıkıntılarla büyüyen gençlik ve üretemeyip tüketmeyi marifet bilme gafleti… Mustafa Kemal Atatürk’ün “Hislerimin babası” diye nitelediği Namık Kemal’i bolca okumak ve okutmak lazımdır. Telakki ve vatan sevgisi ülkemizde bu çağın da en muhtaç olduğu konudur.