Kitap, idrakine ermeye çalıştığımız çağın gizemli anahtarlarından birisidir. Hangi işle meşgul olursanız olun sizi birikimli insan yapmanın yolu okumayı “sevda” edinmekten geçiyor. Değişen veya değişmeyen bütün eğitim sistemlerimizde kitap okuma alışkanlığı kazandırma, bir çile halini almıştır. Kitap, ya ulaşılması zor bir meta halini almış ya da ulaşmak kolay olsa bile bir türlü insanımızın odak noktası haline gelememiştir. Düşünün! Yeryüzünde hâlâ yaşayan bir millet olarak yazmayı şiar edinmiş, düşüncelerinizi taşlara kazıtmışsınız. İslâm’la tanışmış, Ahmet Yesevî gibi erenlerin hikmetli sözleriyle (Divân-ı Hikmet) İslâm sevgisini kazanmışsınız. Köylerinizde, kentlerinizde Battalnâmeler, Saltuknâmeler, Dede Korkut’lar merakla okunmuş/dinlenmiş. Cumhuriyet’i armağan eden Aziz Atatürk üç bine yakın kitap okumuş ve nice eserlerin altlarını çize çize sırrına erişmiş. Cumhuriyet ise sizlere nice değerli yazarlar, düşünürler kazandırmış. Ama siz, bunca üretken maziniz varken okumamakta ısrar ediyorsunuz.
Şairlerin, yazarların, düşünürlerin geçmişlerini araştırın. Birçoğunun hatta hemen hemen hepsinin okuma sevgisi kazanmalarında ailevi alt yapılarının olduklarını göreceksiniz. Ailelerinde okuyan-yazan birçok örnek olduğunu, bu örneklerin onları da okumaya sevk ettiğini fark edeceksiniz. Kitap sevgisi büyük yazarlar ve düşünürleri için öyle bir tutku olacak ki sizlere “yok artık” dedirtecek. Örnek mi istiyorsunuz? Sizlere okumaktan gözlerini kaybetmiş Cemil Meriç’ten bahsedebiliriz. Ne diyor Meriç? “İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım.” Emin olun kıyıcı olan bu insanlar, okumayı da boş bir uğraş olarak gören insanlardır. Birkaç örnekle kitap sevgisini biraz daha somutlaştıralım. Hilmi Ziya Ülken… Yolu eğitimden, sosyolojiden veya edebiyattan geçen herkesin tanıdığı bir isim… Gün boyunca kitap okuduğunu, diğer gün de okumaya devam etmek için ayağını suda beklettiğini duydunuz mu? Peki Eski Türk Edebiyatı Profesörlerinden Abdulbaki Gölpınarlı’nın bir kitaba sahip olmak için ayakkabısını rehin bırakıp yalınayak yürüdüğünü?.. Veya Ali Emiri Efendi’nin sırf bir kitaba ulaşmak için tayinini Yemen’e aldırdığını?..
Kimilerine göre bir hastalık halini alan kitap, esasında bir “aşk”ın yansımasıdır. Peki insan, kitap aşkına nasıl ulaşır? Yukarıda bahsettiğimiz gibi, ilk şart ailede okuma kültürü olacak. Peki çocuk, okuyan bir ailede değilse o mesele orada kapanmış mıdır? Hayır, sıra eğitime gelmiştir. Çocuk eğitim sisteminin içerisinde telefonlardan ve onların renkli uygulamalarından, bilgisayar oyunlarından, tabletlerden uzaklaşıp kitap okumayla tanıştırılmalıdır. Bu noktada ilk iş, kuşkusuz sınıf öğretmenlerine düşüyor. İlkokul bir miladı temsil ediyor. Orada kazanamazsa Ortaokul’da iyi bir Türkçe öğretmeniyle karşılaşmak zorunda. Öğrencisinin seviyesini, imkânlarını ve hazırbulunuşluğunu iyi kavrayan bir Türkçe öğretmeni, öğrencisini kitapla tanıştırabilir. Ancak tanıştırmak yetmiyor. Öğrenciler aynı zamanda iyi birer gözlemcidir. Çevresindeki arkadaşlarının okumasının yanında büyüğü olarak gördüğü ve örnek aldığı her öğretmeninin -branşı ne olursa olsun- elinde kitap görürse kitaplarda cazip tarafların olduğunu düşünecektir. Bu durum lise için de geçerlidir. “Benim branşım biyoloji, okumayı öğretmek sizin işiniz.” diyen bir öğretmenin öğrencisi, sizce ne kadar kitaplara yaklaşabilir. Söz gelimi; bir beden eğitimi öğretmeninin derslerinde 15 dakika kitap okuma etkinliği yapması, tarih derslerinde çocuklara ilgilerini çekecek tarihi metinlerin dağıtılması ve okutulması, resim derslerinde okunan bir kitabın olay örgüsünü betimleyen resimlerin yaptırılması vb. uygulamaların olduğu bir okulda “okumuyorum” diyen çocuk olmaz. Yani diyoruz ki, okumak/okumamak Türkçe/edebiyat öğretmenlerinin değil, tüm branşların dert edinmesi gereken bir eylem… Kitabı sevmeyen her öğrenci için kendimizi sorgulamalıyız. Kitap okumayı seven öğrencilerle de kitap hakkında sohbet etmeli, onu teşvik etmeli ve hatta onu sınıflara örnek göstermeliyiz. Yıllardır gelenek halini alan “kitap” özetleme ödevlerinden de mutlaka vazgeçmeliyiz. Ders süreleri yeterse öğrencilere kitap sunumu imkânı vermeli, kitap bilincini genç dimağlara yerleştirmeliyiz.
Bilim, bu çağın olmazsa olmazı. Bilgiye ulaşmak ise belki de hiç bu kadar kolay olmamıştı. Çocuklarımız, bilgiye ulaşmanın ötesinde yorumlama ve üretme kabiliyetleri geliştikçe bilime yaklaşırlar. Yorumlama kabiliyetinin yani “muhakeme becerisinin” bir numaralı destekçisi ise kitaplardır. Yani kitaplar, bilime açılan kapılardır.
Nâzım Hikmet’in dediği gibi:
“Kitap rüzgâr olmalı, perdeyi kaldırmalı…”