Hayallerimize ulaşmanın kolay olmadığını ve öğretmenlik mesleğinin kutsallığını, yaşayan en önemli şairlerimizden Nurullah Genç’in kendisinden dinleme fırsatı bulduğumuz bir anısı vasıtasıyla ve yüzümüzde bir tebessüm oluşturacak şekilde anlatmaya çalıştım. Keyifli okumalar dilerim.
Yazın ortası olmasına rağmen epey serin bir gecenin sabahına uyandım. “Birazdan gün doğacak.” dedi sevgilim. Evet, birazdan gün doğacak ama ben hala hazır değilim. Şu acele ne kötü şey… Oğlumu uyandırmam lazım, görüşürüz sevgilim.
Acaba böyle daha mı iyi oldu diye aklımdan geçirmeden edemiyorum. Çünkü o kazadan beri ne zaman istesem yanımda ve ne zaman gitmem gerekse gözlerimin önünden kayboluyor sevgilimin hayali. Acaba oğlumun da yanında mı hep?
-Baba, kalktın mı?
–Ooo, beyefendi artık uyanabiliyor muyuz kendi kendimize?
-Ekmeği bile aldım.
Gülen gözlerle bakıyordu ama her zamanki gibi kahvaltıyı bana hazırlatacak. Babamla aramdaki ilişkiyi hatırlatıyor bana. İnşallah oğlum benden sonra kör olmaz; benim olduğum gibi…
-Gazete almamışsın!
-Baba yola çıkacağız şimdi ne gazetesi?
-Olmaz öyle koş haydi. Sucuklar kızarmadan yetiş.
Beyefendi gelene kadar mutfak camından dalıp gittim yine. Mırıldanmaya başlamışım:
“Her şey yerli yerinde; bir dolap uzaklarda
Azapta bir ruh gibi gıcırdıyor durmadan
Bir şeyler hatırlıyor belki maceramızdan
Kuru güz yaprakları uçuşuyor rüzgarda.”
-Baba yakmışsın hep ya!
Bu sözü işitince döndüm dünyamıza tekrar. “Yine mi yakmışım?” dedim gülerek. “Bana yaptırma oğlum şu işi.”
-Of baba ya.
-Oflama bakayım. Oflama da söyle, hocana haber verdin değil mi?
-Tabi haber verdim baba. İlk biz görüşeceğiz.
-Aferin koçum aferin. Haydi elini yıka da bir an önce yiyelim.
-Tamam baba.
Bu çocuk ne zaman büyüdü de üniversiteye gidecek ya… Annesi öldüğünden beri içine kapandı ama sanki daha bir güzel bakıyor gözleri. Öğretmen olacak benim koçum öğretmen! Öğrencileri olacak. Kim bilir kaç çocuğun hayatına dokunacak benim çocuğum. Galiba şehir dışını tercih edecek beyefendi. Sayıklayıp duruyordu bir ara. Şimdi hiç sorunca bile ağzını açmıyor. Neyse bir gidip hocasıyla görüşelim de ona göre seçsin ne seçiyorsa.
-Baba gazeteyi ne zaman aldın eline?
-Ya oğlum sana bir hikaye anlatmıştım hani… Haldun Taner’in eseri Ases. Beşiktaş’taki Ruiz’igörünce hep o geliyor aklıma. Defans ama tıpkı onun gibi kibar ama biraz…
-Baba gerçekten üzülür müsün şehir dışına gitsem?
-Nereden çıktı oğlum bu? Neden üzüleyim…
-E gözlerin doluyor ama ben gitmek falan deyince?
-Soğan kestim ondandır.
-Sucuklu yumurtaya mı? Hani göremiyorum?
-Babayla dalga geçilmez eşek sıpası seni!
–Hahaha tamam baba kızma.
–Ohoo saat çok geç olmuş haydi giy üstünü başını çıkalım.
Daha vakit vardı aslında ama kaçmam lazımdı işte. Zaten hayatı da öğrenmesi lazım artık. Hep annesi yaptı işlerini. Annesinden sonra da ben.
-Ne olacak canım sanki? Kocaman oldu benim Aslan oğlum.
-El bebek Gül bebek alıştırdın sen bu çocuğu!
-Kıyamam ki ben ona.
Omzuma dokundu beyefendi. “Bırakır bırakmaz dalmışsın yine.” diyor. Çok bilmiş!
-Baba ben arabada uyuyacağım ya üstüme örtmeye bir şey alayım mı?
Her fırsatta uyu zaten.
-Hava sıcak zaten oğlum gerek yok.
Yol boyunca düşündüm ama ben bu çocuktan nasıl ayrı kalacağım aklım ermiyor. Radyoda da Kazım koyuncu çalıyor: Ayrılık şarkısı…
Sonunda vardık ama beyefendi uyanmadı hala.
-Kemal hocam! Öğrencileriniz bekliyor uyanın haydi…
-Abdurrahman Hocam, beni çağırtmışsınız.
-Gel bakalım Nurullah. Otur hemen konuya gireceğim.
-Tabii hocam.
-Şimdi oğlum, sen çok güzel şiir yazıyorsun. Okuman da çok güzel. Sana bir görev vereceğim şimdi.
-Buyurun hocam.
-Üç gün sonra Çanakkale Şehitlerini anma yıl dönümü var, biliyorsundur. Onun için muhteşem bir tören düzenlenecek. Üçüncü Ordu Komutanı da katılacak. Al şu listeyi, burada elliye yakın şiir ve yazı var. Hepsi diğer okullara dağıtılmış. Bunların dışında şiir bul, hazırlan. Okulumuzu sen temsil edeceksin.
-Baş üstüne hocam.
Nurullah daha önce şiir yazma ve şiir okuma yarışmalarında ödül almıştı ama bu sefer ne yapacağını bilmiyordu. Çünkü elindeki listenin dışında ne bir şiir ne de bir yazı bulabildi. Koskoca Çanakkale Destanı hakkında hem de…
Birkaç gün sonra tekrar çaldı Abdurrahman Bey’in kapısını.
-Hocam rahatsız ediyorum ama bir sorun var.
-Buyur Nurullah.
-Hocam ben çok araştırdım, İl Halk Kütüphanesini altüst ettim ama bu listedeki şiirler dışında hiç şiir bulamadım.
-Ben seni nasıl göndereceğim oraya Nurullah? Sen şiir yazıyorsun git bul!
Nurullah çıktı. Çıktı çıkmasına ama kara kara ne yapacağını düşünüyordu. Derken aklına bir tanıdığı geldi. Sıtkı Aras. Sıtkı Bey’in ziraat fakültesinde bir doktora asistan odası var çünkü. Onun vasıtasıyla üniversitenin tarih hocalarıyla görüştü ama tarihçiler de bu liste dışında hiçbir şiir veya yazının olmadığını söylediler. Nurullah çaresiz kaldı ve şiiri kendisi yazmaya karar verdi. Esinlenmek için ders kitabını karıştırdı ama koskoca Çanakkale Destanı kitapta iki paragraftan ibaretti. Nurullah çaresizdi ama öncesinde kırgındı bu duruma. Nasıl bu kadar az yazı olabilir ki? Bir şekilde yazmaya koyuldu.
Bir sonraki gün geldiğinde Nurullah şiirini tamamlamıştı ve Müdür Bey’in yanına gitti.
-Buldum hocam, Ziya Osman Saba’nın bir şiiri varmış.
Müdür Bey şiiri okudu ve Ziya Osman’ın böyle bir şiiri olmadığını söyledi. Nurullah şaşırdı. Çünkü müdürünün Ziya Osman Saba’yı bu kadar iyi tanımasını beklemiyordu.
Sonra beni çağırttı Abdurrahman Hoca. Gittim ve şiiri gösterdi bana. Şiir kesinlikle Ziya Osman Saba’nın değildi. Onun böyle bir üslubu yoktu çünkü. Bir de ben sorunca çocuk utana sıkıla kendisi yazdığını söyledi. “Hiçbir şey bulamadım hocam. Ben de kendim yazdım ama altına adımı yazmaya cesaret edemedim.” Böyle zamanlarda hemen gözlerim dolar benim. Abdurrahman Hoca da duygulanmıştı, kalkıp sarıldı Nurullah’a. Hatta tüm okulu toplayıp Nurullah’a şiirini okuttu. Herkes çok beğenmişti. Bir alkış koptu ki… Çok mutlu oldu çocukcağız…
Ertesi gün büyük gündü artık. Protokol toplanmıştı ve Nurullah da sırası gelince çıktı kürsüye. Ben onu çok iyi tanıdığımdan mı bu kadar anlayabiliyordum bilmiyorum ama onun heyecanını görmemek mümkün değildi o an. Önce şiirin öyküsünü anlattı Nurullah. Sonra da şiiri okudu. Yine çok büyük bir alkış koptu. Üçüncü ordu komutanı da bu genç adama sarılmak için çıktı sahneye. Ardından da diğer subaylar…
Konuşan kişi, oğlumun rehber öğretmeninin annesi olan emekli edebiyat öğretmeni Nurdoğan Hanım’dı. Kızını ziyarete gelmiş ve oğlumun öğretmen olmayı çok istediğini ancak atanamamaktan korktuğu için öğretmenliği tercih etmek istemediğini duyunca bunları anlattı ve ekledi:
-Sana anlattığım Nurullah var ya Kemal, işte o Nurullah, Yağmur şiirini çok iyi bildiğin şair Nurullah Genç… “Öğretmenliğin en iyi tarafı ne biliyor musunuz? Bir çocuğun yeteneğini keşfettiği ana şahit olmak. Dünyada bununla karşılaştırılabilecek hiçbir şey yoktur.” demiş Stephen King. Sen de bu ana şahit olmak istiyorsan sakın korkma Kemal. Bazen bizi zorlasalar da hayaller gerçekleşmek içindir. Abdulkadir Geylani’nin de dediği gibi: “Hüzünsüz bir neşe ve darlıksız bir bolluk yoktur.”
Ümit Tuncel