1. Anasayfa
  2. Değerlendirmeler

Hayat Mutfağından Dersler

Hayat Mutfağından Dersler
0

Dünya, Allah’ın insanlara doğumdan-ölüme giden ömür süresi kadar; midesini, kalbini ve zihnini doyurabileceği nimetleri yaratıp istifadesine sunduğu hayat mutfağıdır. Dünyada insanlar, çok çalışıp çabalasa da takdir olunan nimetlerden fazlasına sahip olamayacaktır. Ekmek, nasıl bir nimetse insan için akıl ve sevgi de onun kadar önemli bir nimettir. Bu mutfakta insan, çocukluk süresince çırak, gençlikte kalfa, yetişkinlikte usta ve yaş aldıkça da bir şef aşçıdır. İnsanoğlu aşçı olunca nimetlerin kadrini daha iyi bilmeyi öğrenir. Çocuklar ve öğrenciler için anne-baba ve öğretmenler, hayat sofrasının/yemeğinin nasıl hazırlanması gerektiğini gösteren usta öğreticilerdir.

Aşçılık zor bir meslek ve sanattır. Verilen siparişe göre, kişiye, isteğe ve damak zevkine uygun bir yemek/menü hazırlamak uzun bilgi birikimi ve tecrübe ister. Usta bir aşçı, hem her bireyin nevi şahsına münhasır olduğunu hem de yemeği oluşturan her bir malzemenin farklı özelliklerini bilmelidir. Sadece okumayla diplomayla aşçı olunmuyor ve kolay yetişilmiyor. Mutfakta evvela bulaşık yıkayıp ve malzemeleri temizlemekten başlayıp çırak, kalfa ve usta seviyesine geçene kadar neredeyse on yıla yakın bir emek vermek gerekiyor. Bir işe bilgisini katana usta, sevgisini de katana da sanatkâr deniliyor.

Mutfakta yemeğin pişebilmesi için gerekli tahıl, sebze ve meyvelerin yetişmesinden başlarsak; rençperin tarlayı sürmesi, mevsiminde tohum ekmesi, sulaması, gübrelemesi, çapalaması, ayrık otlarını ayıklaması, gübre ve ilaç atması gerekiyor. İnsan üzerine düşen herşeyi yapmasına rağmen yağmurun, güneşin ve hava sıcaklığının ihtiyaç duyulan normalinde olması beklenir. Vakti gelince hasat ve harman edilir. Kimisi doğrudan tüketiciye ulaşmak üzere hallere toptancıya oradan manava markete gönderilir. Kimisi de işlenmek üzere değirmenlere, fabrikalara ve atölyelere gönderilir. Velhasıl tohumun tarlada toprağa atılmasından başlayarak insanın ağzına giresiye kadar kimlerin hangi şartlarda ve ne kadar yoğun bir çabayla meydana geldiğini düşünse insan, bir pirinç tanesini bile israf etmeyecektir.

Mutfakta aşçının eline malzemeler gelince; tencere, tava, rende, süzgeç, oklava, havan ve kepçe mutfak gereçleri kullanarak pişmeye, sofraya gelince; tabak, kâse, çatal, bıçak, kaşık ve bardak kullanılarak insanın yemesine hazırlanmış olur. Çorbalar, salatalar, ana yemekler, ara soğuk-sıcaklar, turşular, tatlılar, sıcak-soğuk acı tatlı içecekler çeşit çeşit lezzetler hepsi insanın istifadesine sunulmaktadır. Her bir türden birer çeşit yiyeceğin-içeceğin aynı sofraya konulmasıyla bir yemek listesi (menü) oluşmaktadır. Hayat da böyle aslında. Seçim insana ait. İyi-kötü, mutlu-mutsuz, faydalı-zararlı bir insan olmak için tıpkı yemek gibi nelerin yapılıp-yapılmayacağını, baharatlar gibi nelerin hangi miktarda konulup-konulmayacağına insan kendisi karar veriyor.

Günümüz şehir yaşamında zengin, orta halli ve fakir herkes neredeyse aynı markete gidip alışveriş yapıyor. Herkes bütçesine göre yumurtanın, zeytinin, peynirin, etin ucuzunu veya organiğini alıp sofrasına koyuyor. Peki, herkes aynı lezzeti alabiliyor mu? Önemli olan sofrayı-nimeti paylaştığınız insanlarla sağlık, mutluluk, huzur ve keyif içinde yiyebilmek değil mi? Sofrada sadece  sıcacık bir çorba bile varsa sevgi, birlik, beraberlik aile olmak duygusu sevgisi ona inanılmaz bir lezzet katıyor. Yemek sofrasının kuralları ve bir adabı olduğu gibi hayat sofrasının da ahlaki kuralları ve değerleri vardır. Kurallara uymayan insanları toplum tepkisini koyup, dışlayabiliyor hatta cezalandırabiliyor.

Hayat bir imtihandır diyorlar. Kimileri varlık, kimileri ise yoklukla imtihan olunurmuş. Kimileri hastalık ve dertlerle acı çekerek yaşarken kimileri ise sağlık ve mutluluk içinde tamamlıyor hayatını. Ama herkes farkında olsa da olmasa da geçiyor bu imtihandan ve bitiyor ömür sermayesi. Önemli olan insanca yaşayabilmektir. Bu fani dünya hayatı, insanlar için sürekli okunması gereken yazılı olmayan bir kitap gibi. Düşünüp okuyanlar ve anlayanlar insan olmanın sırrına erenler mutlu oluyor ve imtihanı kazanıyorlar. Bu okuma ve anlama, bir okula giderek formal bir eğitim alarak olabileceği gibi hayat içinde yaşarken İnformal bir eğitimle de kazanılabiliyor. Bu imtihanda ne kadar dikkat etsek de hatalarımız olabiliyor. Bu hatalarımızla başkalarını rahatsız ettiysek özür dilemeli ve helalleşmeliyiz. Gereksiz taleplerimizin, beklenti ve korkuların stres oluşturmasına izin vermemeliyiz. Her zaman hayırla anılmaya ve bir hoş sada bırakmaya çalışmalıyız.

Yemekteki tat-tuz-baharat dengesi gibi hayatta da akıl almaz bir denge var. Eğitim, bir anlamda hayatın anlamını öğrenmektir. Duyguların hepsi her insanda yaratılıştan vardır. Duygularına sahip olup onları yönetmeyi sabrı öğrenir insan. Düşünmeyi ve nimetlere şükretmeyi öğrenir.  Kibir, kin, nefret, cimrilik, kıskançlık, kötülük duygularını bastırmayı öğrenir. Ekmek, birkaç saat içinde hamur edilip mayalanıp bir saati bulmadan pişerken insanın hamlıktan olgunluğa erişmesi ve pişmesi bir ömrü bulmaktadır.

Bizi biz yapan Anadolu medeniyetini, kültürümüzü, değerlerimizi, örf ve ananelerimizi unutmadan yaşayabilirsek hayat daha anlam kazanıyor. Var olanın-tok olanın yok olanla-aç olanla paylaşması gibi. Mal, mülk ve servet ne zaman biteceği belli olmayan ömür sonunda mezara-tabuta girmeyeceğine göre değeri yaşarken paylaşarak bilinmeli. Akrabalığın, dostluk ve arkadaşlığın, cömertlik, merhamet, vefa, iyilik, doğruluk, dürüstlük, hoşgörü, tevazu, şefkat ve nezaket gibi güzel hasletleri benimsemek, yaşamak ve koruyup çocuklarımıza aktarmalıyız. Üstelik hayat, bireysel değil bir takım oyunu gibidir ve uyum olursa başarısı ve zevki çıkar. Bu oyunun kuralları, toplumlara göre değişse de değişmeyen tek kuralı insan olmaktır. Farklılıklara zenginlik olarak bakıp birlikte barış ve kardeşlik içinde yaşamanın mümkün olduğunu unutmayalım. Hayat kavanozumuza, önce ailemiz, eşimiz, çocuklarımız, kardeşlerimiz, dostlarımız, arkadaşlarımız, işimiz ve mesleğimizi gibi önem sırasına göre yerleştirirsek hepsinin sığacağını göreceğiz.

Öğrencilerin başarmak için önce başaracaklarına inanmaları ve sürekli çok çalışmaları gerektiğini öğrenmeleri gerekiyor. Akıllı ve zeki olmak yetmiyor, bu nimetleri kullanabilmek için eğitim almak, öğrenmek ve çok çalışmak gerekiyor. Bilim insanlarının hiçbiri kendilerinin bir deha olduğu iddiasında bulunmamıştır. Ama çok çalıştıklarını, hiçbir zorluktan ve başarısızlıktan yılmadıklarını söylemişlerdir. Zira ne kadar çok şey bilir ve öğrenirsen, o kadar daha öğrenilecek çok şeyin var olduğunu ve öğrenilmesi gerektiğini bilirsin. Bu da insanı ilim deryasında daha mütevazı yapar.

Rehber öğretmen-psikolojik danışman ve okul müdürü meslektaşım Emine Yıldırım’ın yazdığı “Duygusal Bakraç” isimli kişisel gelişim kitabı, yukarıdaki duygu ve düşünceleri sizinle paylaşmama sebep oldu. Değerli meslektaşım ilk kitap çalışmasında çok emek vermiş ve çok güzel, faydalı ve keyifli bir kitap yazmış. Marifet, iltifata tabidir kendisini tebrik ediyorum. Herkese de okumasını, çocuklarına okutmasını tavsiye ediyorum. Kitap, tıpkı benim yukarıda yazmaya çalıştığım gibi mutfak ve yemekler üzerinden insanı ve hayatı, kültürü ve değerlerimizi Türk ve dünya edebiyatından atasözü ve hikâyelerle, Mevlana’dan Hz. Muhammed’e örneklerle akıcı ve öğretici hale getirmiş. Tamamını anlatmıyorum merak edin ve lütfen okuyun.

(*) Bu yazı, “Emine YILDIRIM, Duygusal Bakraç, Parola Yayınları, Ekim-2020, İstanbul” kitabından faydalanılarak hazırlanmıştır.

Facebook Yorumları

Erol DEMİR 1967 yılında Gölcük’te doğdu. Piyale Paşa İlkokulu, Gölcük İmam Hatip Ortaokulu, Gölcük Endüstri Meslek Lisesi, Anadolu Üniversitesi Bilecik Meslek Yüksekokulu Elektronik programını ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesini bitirdi. Kocaeli Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü’nde İşletme Yöneticiliği alanında yüksek lisansı “Eğitim Yöneticilerinin Sorunları ve Çözüm Önerileri” konusunda tezini tamamlamıştır. Halen İstanbul Ticaret Üniversitesinde işletme alanında doktora öğrencisidir. 1990 yılında Türkkablo fabrikasında kalite kontrol teknisyeni olarak çalıştı. Öğretmenlik hayatına 1991 yılında Hakkari’de başladı. 1994 yılında Gölcük Mesleki Eğitim Merkezi’ne elektronik öğretmeni olarak atandı. 1995 yılında müdür yardımcısı oldu. 2000 şubat ayında Gölcük Mesleki Eğitim Merkezi Müdürü oldu. 2003 yılında Gölcük İlçe Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube Müdürü olarak çalışmaya başladı. Aralık–2007 ile Haziran-2016 arası İstanbul İl Milli Eğitim Müdürlüğünde Şube müdürü olarak çalıştı. Temmuz – 2016 Bakırköy İlçe MEM, Temmuz-2022 İstanbul İl MEM, Ekim-2023 Küçükçekmece İlçe MEM Şube Müdürü olarak görevine devam etmektedir. Evli ve 3 çocuk sahibidir.

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

Yorumunuz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.