Günümüzde kentleşme oranının her geçen gün artmasına rağmen, teknolojik gelişmelere bağlı olarak kişilerarası yüz yüze etkileşim ve iletişim azalmakta, ebeveynlerin ilgisizliği ya da aşırı korumacı tavır ve davranışları neticesinde çocuklar birlikte oyun oynayamamakta, kendi iç dünyalarına çekilerek asosyalleşmektedirler. Bunun bir neticesi olarak da çocuklar kendilerini dış dünyadan soyutlamakta ve yaşam biçimleri de her geçen gün değişmektedir.
Ortak yaşam alanlarını yabancılardan gelebilecek potansiyel tehlikelerden koruma içgüdüsü taşıyan, çocuklar için tehlikeli yerler olarak gören yetişkinler, çocuklarını adeta ev hapsine almakta ve sanal dünyaya dalan çocukların kaliteli yaşam alanı her geçen gün daralmaktadır. Asosyalleşen çocukların birbirleriyle fiziksel teması ve arkadaş çevreleriyle olan yakınlığı da giderek azaltmaktadır.
Yetişkinlerden farklı olarak çocuklar çevrelerini bir uyarıcı olarak görürler ve çevreleri eylemlerinin deneyimsel bir bileşenidir. Çocuklar çevrelerini görme, duyma, koklama, tatma vb. algısal ve yaratıcı süreçlerle yorumlayarak ve yansıtarak deneyimlerler. Sosyal çevre çocukların birbirleriyle diyalog kurmaları, özgürce oynamaları ve kendi hikâyelerini yaratmaları için bir alan oluşturur. Böylece çocuklar o alanla bir bağ kurar ve onu nasıl kullanabileceklerini ve değiştirebileceklerini anlarlar. Bu anlamda çocukların sosyalleşmesi ve çevreleriyle bağ kurmalarında bazı dinamiklerin önemli rolü vardır. Bunlardan biri de sanat eğitimidir.
Sanat eğitimi çocukların çevreleriyle temas kurmaları için çok önemlidir. Görsel, mekânsal, duygusal ve kinestetik gibi zekâ biçimlerini geliştirmelerine, bireysel bakış açılarını paylaşmalarına yardımcı olur. Çocuklar kendi iç dünyalarını çevreleriyle karşılaştırarak ifade ederler ve dış dünyayı tanıma çabaları, onu görsel bir anlatıma dönüştüren sanatla gösterebilirler. Bu anlamda sanatın ve sanatsal çalışmaların ehemmiyeti yadsınamaz.
Günümüz çağdaş sanatı ya da kavramsal sanatı, tıpkı ilkel sanatta olduğu gibi; sembolist, düşünsel ya da bilinçaltı motiflerin anlamlarını ifade etmeyi amaçlamaktadır. Nesnenin sembolik ifadesinden yola çıkarak sanatı gerçek sanat eserine bağlar. Sanat tarihseldir ve buradaki tarihsel gerçeklik, sanat eserinin kökenini ortaya koymaktadır. Bir sanat eserini anlamak, sanatla iç içe olmayı gerektirir. Erken çocukluk döneminde sanatla tanışan çocukların hayal dünyaları gelişmekte, fiziksel ve psikolojik anlamda gelişim kaydetmektedirler. Bu anlamda erken çocukluk dönemlerinden itibaren ebeveynlerin çocuklarını sanata yönlendirmeleri son derece önemlidir.
Sanatsal faaliyetlerin yanı sıra çocukların akranlarıyla empati kurmasın sosyalleşmelerinde büyük rol oynamaktadır. Empati genellikle insanın başkalarıyla birlikte hissetme, kendilerini onların yerine koyma yeteneğine atıfta bulunur. Başka bir kişinin duygularını etkin bir şekilde paylaşma kapasitesi, insan toplumlarının temel yapı taşlarından biridir ve başarılı sosyal-bilişsel yetenek veya sembolik gelişim için esastır. Böylece sosyal anlayış ve iletişimi kolaylaştırır. Bununla birlikte, empati, diğerlerinin zihin teorisine yaklaşmak veya bunları paylaşmak için bir yol haline gelen pozitif veya negatif değerlerine bakılmaksızın, diğerlerinin duygusal durumlarıyla genel kapasitemizi ifade ederken, empatik sıkıntı, güçlü bir itici ve kendine yönelik tepkiyi ifade eder. Çocukların güçlü bir empati duygusuna sahip olması onların sosyal yaşamda daha etkin rol oynamalarını ve kaliteli iletişim kurmalarını sağlamaktadır.
Empati, herkesin sahip olmadığı niteliklerden (hatta daha iyi yeteneklerden) biridir. Hepimiz bulunduğumuz konumu savunmak, kendimiz hakkında konuşmak ve yaptığımız şeyi neden yaptığımızı açıklamak için saatler harcayabiliriz. Ve bazen başka bir kişiyi gerçekten anlamak ve kabul etmek zorlaşır. Ünlü bilişsel gelişim araştırmacısı Jean Piaget, tüm çocukların doğası gereği çok bencil oldukları gerçeğinden bahseder. Bir şeyleri başkalarının bakış açısından görmeyi öğrendiğimizde, başkalarının duygularının onlar için bizimki kadar önemli olduğuna inanmayı ve anlamayı öğrendiğimizde hepimiz büyürüz. Sanatın bize öğrettiği empatinin özü budur. Sanatın ve sanatsal faaliyetlerin bir neticesi olan empatiyi edinmiş çocuğun çevresiyle iletişimi ve etkileşimi de daha fazla olacaktır. Ayrıca çocuk kendini daha iyi ifade edebilecektir.
Kitap okurken, kelimenin tam anlamıyla karakterlerin zihnine giriyoruz ve bazen bu şekilde bizden çok farklı görünen insanların neden bir şekilde ya da başka bir şekilde hareket ettiğini anlayabiliyoruz. Filmi izlerken, her şeyi yönetmenin gözünden görüyoruz, günlük yaşamda dikkatimizin ötesinde ne olduğunu fark edebiliyoruz. Bir resme baktığımızda, nasıl ve neden yaratıldığını düşünürüz. Anlamını, tuvalde tasvir edilen insanların ne yaptığını veya ne düşündüğünü anlamaya çalışıyoruz. Bütün bunlar bizi dünyaya farklı bir bakış açısıyla bakmaya, tüm insanları ve konumlarını kabul etmeye zorlamaktadır. Ve eğer empati hem yetişkinlerin hem de çocukların mutluluğunun temel kaynaklarından biriyse, o zaman sanat bunun çok önemli bir kaynağıdır. Şunu hiçbir zaman unutmayalım sanat bize ve hayatımızın en önemli parçası olan çocuklarımıza empatiyi öğretir. Bu anlamda çocuklarımızı sanata yönlendirmek ve onların empati duygusunun gelişmesini sağlamak bizim elimizde olduğunu unutmayalım.