Herkese Merhaba,
İki farklı insan birbirine benzeyen olaylar, yaşanmışlıklar; fakat dönemler birbirine çok çok uzak. Biri yaşadığı olaylar doğrultusunda hayatına yön çizmiş. Çizdiği yönün yaşadıklarından ötürü geldiğini düşünür, belki bu olayları yaşamasaydı bambaşka noktada olacağının hissindeyken, diğeri daha çok yolun başında yaşamak istemediği olayların içinde bulur kendini. Her çocuk gibi kaygılıdır ve nasıl başa çıkması gerektiği konusunda annesinin yardımını alıyor kaygılarının önüne geçmekte henüz zorlanıyor. İnanmak istemediğim, ama sene 2019 olsa da genç bir öğretmen ve bir çocuğun yaşamaması gereken, ama yaşanmış bir olaydan sizlere bahsetmek istiyorum.
Önce bundan yıllar öncesine gidelim.
“Sene 1993”
Bir gün öğretmen dünyanın nasıl oluştuğu ile ilgili bir soru sorar ve sesim duyulsun diye sanırım ilk beni kaldırır. Çünkü ben sınıfın yeni öğrencisiydim ve sınıfla bir şekilde iletişime geçmem gerek. Ben de cevap olarak heyecanında verdiği stres ile birlikte kekeleyerek üstüne bir de dilimin sürçmesiyle “Dünyamız çocuklardan oluşmuştur.” “Çukurlardan oluşmuştur.” demem gerekirken. Doğal olarak herkes kahkaha attı, ben kıpkırmızı oldum ve öğretmenim yanıma gelerek teselli edeceğine yanağımı cimcikleyerek “Ya öyle mi? İyi oku.” diyerek alaycı bir gülümseme ile oturmamı söyledi. Benim için berbat bir gündü. Utancımdan yerin dibine girmiştim. Okulun ilk haftası o günden sonra öğretmen benim için korktuğum, cevap vermeye çekindiğim, her soruda beni kaldırmasın diye gözlerimi kaçırdığım biri olmuştur. Sınıfta onun için en iyi iki kişi vardı. Çok çalışkanlardı. Hala bunu hatırladığıma göre öğretmenimiz bunu o kadar açık, net çaktırıyordu ki anlayın. Hala otuz sekiz yaşımıza geldik öğretmenimizin yaptığı öğrenci ayrımını arkadaşımla konuşuruz. İlkokul böylece bitti.
Ortaokul altın çağım, özgüven yerinde arkadaşım Nermin ve başka bir okuldan gelen Esra ile harika bir üçlü olmuştuk.
O dönem her öğrenci ders programına göre seçtiği dallara ayrılırdı. İstasyon gibi her ay farklı bir etkinlikte olmamız gerekiyordu. İş teknik, sanat vb… Bizim olduğumuz etkinliğin öğretmeni eski yarbay, çok ciddi ve sert bir öğretmendi. Tabi her asker onun gibi değil, aman yanlış anlaşılmasın. Dediklerini harfi harfine yapıyor, hata yapmamaya özen gösteriyorduk. Denge durumu değişken, sağı solu belli olmayan biriydi. O yüzden her şeyi tam yapmaya çalışıyorduk. Sıra bizim olmadığı halde her hafta bize verilen grup çalışmasını getiriyorduk. Ama kimse anlatmıyor ve ders boş geçiyordu. Bir gün gergin bir şekilde sınıfa girdi “Sıra kimde?” dedi ve pat diye bizim grubu tahtaya kaldırdı. Sıra bizim olmadığı için, aksilik ya her hafta gelen dosyayı o gün getirmedik. Ve o muhteşem an abartmıyorum şu an anlattıklarım size inanılır gibi gelmeyebilir. Ama o anı biz dolu dolu yaşadık. Bize tekme tokat vurmaya başladı. Ayaklarıyla önce popomuza tekme attı, sonra eliyle yüzümüze tokat… Ellerimiz yanda… “Ne mi yaptık?” dayak yedik. Ağlayamadık bile herkes sus pus… Çünkü korktuk. Ne ailemize söyleyebildik, ne müdüre… O zamanlar çekiniyorduk. Değişik bir dönem ve öğrencilerdik. Ne mi oldu? Bir sonraki hafta hiçbir şey yaşanmamış gibi öğretmenimiz güleryüzüyle sınıfa geldi. O da farkında davranışının hatalı olduğunu… Artık neye sinirlendiyse? Biz onun gülümseyen yüzünü görünce bir mutlu olduk her şeyi o anda bıraktık ve öğretmenimizle konuşmaya derse katılmaya devam ettik. Sanki kocaman insanlardık. Onu öyle kabul ettik.
Ortaokulda ikinci anım ise, matematiği çok seviyordum. Sınav zamanı yardım isteyenlere destek olurdum. Bugün sana yarın bana. Bir gün sınav zamanı farklı gruptan bir arkadaşım ısrarla sorusunu çözmemi istedi. Kıyamadığımdan sorusunu çaktırmadan onun kağıdından alıp kendi kağıdımda çözüp arkadaşıma gösterdim. Sonra sildim. Tam o sırada öğretmen geldi, kağıdımı alıp iyice inceledi ve bana “Bu silinmiş yerde senin sorun yok. Diğer grubun sorusunu çözmüşsün.” dedi ve kulağımı çekerek ayağa kaldırdı. Koca eliyle kocaman bir tokadı yüzüme yapıştırdı. Burnum kanadı… Kimse görmesin diye burnumu kapatarak tuvalete gittik. Yine ne ailemiz, ne de okul müdürü olaydan haberdardı. Neyin korkusu hala anlamış değilim. Hatalı mıyım o ayrı bir konu:) O dönem “Hocam eti senin kemiği benim.” Sloganı hükümdardı. Burnum azıcık kanadı kırılmadı ya canım. Ne olacak. Bir sonraki ders ben yüzüne bakamadım. Öğretmenim yanıma geldi espri yapmaya ve gülmeye başladı. Yüzümü okşadı. Bizim için öğretmenin öğrenciye dokunması önemli bir şeydi. Sonuç her şey unutuldu.
Ortaokul biraz vukuatlı, tekme tokatlı geçti. Lisede matematik seçememe sebebim olabilir… Sevgim azalmış ya da korktuğumdan gerilemiş olabilirim. Ortaokul boyunca her dönem teşekkür belgesi almadan eve gittiğimi hatırlamıyorum. Bunca olan şeye rağmen derslerime çalıştım. Dayak yediğim öğretmenlerimle konuştum. Küsmedim. Hep mutlu olmaya iyi yönden bakmaya çalışan bir kızdım. Hala biraz var o kızdan.
Neden mi bunları yazıyorum? Öğretmen olmama birçok nedenden bazıları bunlar da olabilir diye. Ben böyle öğretmen olmamalıyım diyedir belki… İçten ol, sen ol, gerçek ol… Gerginsen onu da anlat çocuklar bizi bizden daha iyi anlar ve en iyi destek olanlardır.
Korkutmadan, kötüysem kötüyüm diyerek, hata yaptıysam özür dileyerek, onlarla çocuk olarak, gülersem beni ciddiye almazlar endişesiyle kaşlarımı çatıp konuşarak değil, birbirimizi dinleyerek anlamayı, öğretmeninde çılgınlar gibi eğlendiğini bırakın çocuklar da görsün. Anlattığınız hikayedeki kahramanın karakterini ifade eden kostüm giyinin çocuklarınızla birlikte koridorda gezin. Yaşınız kaç olursa olsun… Utanmadan kendini ifade edebileceği bir sınıf ortamı yaratın. Belki de bundandır öğretmen olmam. Siz rahat olmadığınız sürece çocuğunuza o rahatlığı sağlayamazsınız. Kasmaya hiç mi hiç gerek yok.
Hele şu kıyafet önemli diyen kişiler, kıyafetine göre çocuk sana saygı gösterir diyen, ben katılmıyorum. Gördük işte döpiyes, takım elbise giyen nesillerin öğrencileriyiz. Neye saygı duyduğumuz ortada. Çıkalım artık bu kalıplardan. Yerine göre giyinmek tabi ki ayrı. Ama her defasında takım elbiseyle çocukların karşısına çıkmak hele bu nesile… Öğretmen renkli olmalı…
Neden önce kendimden örnek verdim? Çünkü zaman geçiyor, teknoloji ilerliyor, yeni gelişmeler birbirini hızla takip ediyor, insanlar değişiyor, eğitim sistemleri değişiyor, insanlar farkındalık yaratıyor derken… Ama bazı insanlar hala yerinde sayıyor!!!
Biz güçlü bir nesildik kolay atlattık ya da az yanından izi var. Hala düşünürüm matematiği çok seven ben öğretmenimden dayak yemeseydim acaba şimdi mesleğim ne olurdu?
Gelelim asıl konuya…
“Sene 2019”
Bir takipçimiz çocuğunun okulda öğretmeni ile yaşadığı bir konu hakkında bizden destek istedi. Birebir konu ile alakadar oldum ve anlatılanlar karşısında şaşkınlığımı gizleyemedim.
Çocuğumuz ikinci sınıf öğrencisi. Olay çocuğun ödevini korkarak yapması, hata yaparsa öğretmeni tarafından cezalandırılacağı korkusu ve ağlamasıyla başlıyor. Anne çocuğuna “Neden böyle düşünüyorsun?” demesiyle çocuğun öğretmeni ile ilgili anlattığı şaşırtıcı açıklamayla devam eden gergin süreç.
Öğretmeni sınıf içinde öğrencileri okuyanlar ve okuyamayanlar olarak iki gruba ayırmış. İlginç olan bunu bütün veliler biliyor ve 21.yy. becerilerinden bahsederken böyle bir sınıf düzeninin olması… Okuyamadığında çocuğun kafasına kalemle vurduğu ve çocuğun kollarını sıktığı çocuğun ağzından çıkan birebir sözler. Tek taraflı olmamak adına bunu diğer velilerle de konuşulup konuşulmadığı soruldu. Birkaç veli aynı durumdan şikayetçi oldukları ve iletişime geçildiğinde öğretmenin kendini kapadığını, savunmaya geçtiğini, çözüm yolunu bulamadıkları konuşulmuş.
Duygusal bağlanmanın en önemli olduğu bu yaş döneminde çocukların yaşadıklarını düşünebiliyor musunuz? Hele içine kapalı çocuklar…
Tek taraflı düşünmeden aileye sorulması gereken her soruyu sordum. Acabalar değerlendirildi. Belki çocuğun doğru anlamayabileceği, olayı doğru değerlendiremeyebileceği anne ile konuşuldu. Diğer velilerle konuşup konuşulmadığı, başka rahatsızlığı olan çocukların olup olmadığı anneye soruldu. Anne objektif bir şekilde çocuğunun doğru değerlendiremeyebileceğini düşünerek önceleri oğluna yanlış anlamış olabilirsin diliyle yaklaşmış. Sonrasında olay tekrarlanınca olayın nasıl geliştiğini, ne söylediğine kadar çocuğuna sakin bir dille sorarak cevapları almaya çalıştığını açıkladı. Yargılamadan önce diğer velilerle üstü kapalı kimseyi şikayet ya da rencide edici açıklamalar kullanmadan bilgi almaya çalışmış ve diğer velilerin de bu konuda şikayetleri olduğunu öğrenmiş. Bu konuda mutsuz olan çocuklarına ne yapmaları konusunda düşünürken ilk olarak öğretmenle konuşma kararı almışlar. Birkaç kez öğretmen ile konuşmak istediklerinde öğretmenin ters tepkisiyle karşılaştıklarını anlattı. Öğretmenin tamamiyle iletişime kendisini kapatmış olduğu söylendi. Öğretmen incinmesin sonrasında çocuklara ters davranmasından endişelendikleri için en naif dili kullanmaya çalıştıkları aktarıldı. Özellikle öğretmene nasıl konuştuklarını ve nasıl yaklaştıklarını vücut diline kadar sordum. Sakin, suçlayarak değil çözüm ne yapabilecekleri şeklinde öğretmenin karşısına çıktıklarını açıkladılar. Ama bir çözüme ulaşamadıkları için bir sonraki aşama müdüre olayı aktarmak zorunda kaldıklarını belirtti. Müdürün verdiği cevap ise onları daha da şok etti “Öğretmenlerinin yirmi sekiz yaşında, bazı sorunlarının olduğu ve geçecek.” şeklindeymiş. Bu süreçte çocuklarının ne olacağı sorulduğunda “Bir şey yapamazsınız. Düzelir .” cevabı verilmiş.
Aradan yine belli bir süre geçtikten sonra ikinci bir olay daha yaşanıyor. İki öğrenci aralarında tartışıyorlarmış. Öğretmen ne olduğunu öğrenciye bağırarak sormuş öğrenci cevap vermeyince de kolundan öğrenciyi tutup itmiş. Çocukları ceza olarak kapıda bekletiyormuş. Bunu yapan yirmi sekiz yaşında genç bir öğretmen. Veli müdür yardımcısıyla bu durumu konuşacağını öğretmenlerine söyleyince öğretmenin cevabı “Bir şey tutturamazsınız!” olmuş… Tekrar müdür ile konuşmaya gittiğinde yine müdürün cevabı “Evlenirse siniri geçer.” Velinin verdiği cevap “ Öğretmenimizin siniri geçsin diye evlenmesini mi bekleyeceğiz?” olmuş. Gülsek mi ağlasak mı bilemedim??? Müdürün verdiği bu cevap karşısında bir şey daha geliyor aklıma ve iyice geriyor insanı. Öğretmen kadınsa kadına biçilen rol üzerinden alay etme… Yine bir eril dil kullanılması… Eril dil ifadesini kullanan kişinin eğitimci olması… Evlenirse siniri geçer!!! Uzun uzadıya konuşulması gereken konulardan bir tanesi. Veli bu sefer bu olaya şahit okulun öğretmenlerinden bir tanesi ile müdürün karşısına çıkarlar, fakat yine bir çözüm yoluna gidilememiştir. Şu an aldıkları haber onları mutlu eden en büyük şey olmuş. Öğretmenleri evleniyor ve seneye gidiyormuş…
Öğretmenlerinin hassas bir dönemde olduğunu öğrendikten sonra hem çocuklarının hem öğretmenlerinin zarar görmemesi için nasıl bir çözüm yolu izlemeleri gerektiği konusunda çok düşünmüşler. Son çare bizden destek istediler.
Emin olun tek taraflı düşünmeden nasıl olması gerekiyorsa detayları öğrenip değerlendirmemi yaptım ve sizlerle paylaşıyorum. Değerlendirme derken aileye nasıl destek olurum konusunu düşündüm ve fikrimi paylaştım. Öğretmeni dinlemeden bu kanıya nasıl vardığımı da sorabilirsiniz. “Ne kadar doğru, ne biliyorsun?” diyebilirsiniz tabi. En ince ayrıntısına kadar sorguladım. Birinci ağızdan dinledim. Bana düşen aileden de izin alarak isim kullanmadan olayı paylaşmak dedim ve yazıya döktüm. Belki aileler abartıyor, belki çocuklar doğru algılamıyor. Ama burada bir çocuktan değil birkaç çocuğun ağzından aynı şeyleri duyuyoruz. Her şeyi bir tarafa bırakalım. Öğretmen ile iletişime geçmeye çalışan bir veli, kendini kapatan bir öğretmen ve umursamaz bir müdür… Çocuğumuzun belki de hayal dünyası geniş ve böyle bir hikaye yazdı. Bu hikayedeki endişeyi düzeltmek yine bize düşüyor… Öğretmen sorun, müdür halinden bezmiş bir tavır ilgilenmek istemiyor, anne çocuğunun mutlu bir eğitim süreci geçirmesini istiyor. Çocuğa “Başka bir okula gitmek ister misin?” dendiğinde çocuğun verdiği cevap “Peki ya oradaki öğretmen de beni sevmezse…” olmuş.
Bir öğretmen olarak birbirlerinin dilini iyi anlamaları gerektiği, iş birliği içinde olmalarının, iletişime açık bir şekilde doğru iletişim halinde ilerlemelerinin en güzel yol olacağı açıklamasını yaptım. Fakat iletişime kapalı olan bir öğretmen(insan) için annenin yapabileceği fazla bir şey kalmıyor. Okulu değiştirmek mi, yoksa öğretmenin psikolojisinin iyileşmesini beklemek mi ya da sınıf değişikliği mi? Sizce? Biz konuştuk… Tek istediğimiz çocuğumuzun mutlu olması.
Dönem başka, bambaşka bir nesil. Şimdinin çocuklar hassas. Şimdinin diyorum, çünkü farklıyız. Biz annemizin bakışlarından anlardık her şeyi. Bir şey demelerine gerek kalmadan. Zaman teknoloji çağı. Onlardan bizim zamanımızda ki gibi güçlü olmalarını bekleyemiyoruz. Sokakta korkusuzca oynayamıyorlar. Yapılan eleştiri ya da kaba davranış sonrasında içlerine kapanıyorlar. Kimisi iletişime çok açık kimisi ile iletişime girmek için tabire caizse alttan girip üstten çıkmak zorunda kalıyoruz.
Onlar bizim geleceğimiz. Onlar mutlu olursa gelecek aydınlanacak. Yapacağımız şey akademik baskı değil. Eninde sonunda çocuğumuz okumayı, yazmayı, işlem yapmayı öyle ya da böyle öğreniyor. Ama eğer çocuğa dokunamazsan işte hayata karşı asıl iletişimsizlik, anlaşılmazlık, o en basit bir o kadar zor ilişki onun için başlıyor. Daha o yaşta kaygılar beliriyor, biz fark etmeden. Mutsuz bir çocukluk üretemeyen, ilerleyemeyen bir çocuk demektir. Eğer çocuk mutsuzluğunu kırmak için çocukluğundaki mutsuzluğu bir tarafa atıp sonraki süreçte pes etmez ve daha iyisi için mücadele ederse umut var güneş doğacak herkesi aydınlatacaktır.
Bu mesleği seviyorsan yap. Başkalarına kalpten dokunacaksan gel. Gerginsen, kendini kontrol edemiyorsan ve başkalarına zarar vereceksen mesleği bırak. Çözüm yolları ara. Bir çocuğun kalbini kazanmak kolay ama eskisi gibi olmasını sağlamak göründüğü gibi kolay değil.
Öğretmen olmak için sınavı kazanıp dört sene okuduktan sonra herkesi öğretmen mi yapmalı? Ya da “Kamu Personeli Seçme Sınavı” yapılmalı bu sınav sonucunda öğretmeni bıraktığı netlerle değerlendirip, iyi öğretmen olduğunu nete bağlayarak atamalı mı? Veya gerçekten bu mesleğe gönlünü koyanın mı öğretmen ataması olmalı? Bence bir kez daha konuşulmalı ve hatta tartışılmalı. Güçler birliği bir araya gelip ortak paydada buluşulmalı.
Eğitim her yerde her destek isteyen herkese dokunuyor. Bu başlangıç. Elimden gelen tek şey olması gerekeni açıklamak, sakinleştirmek… Bu süreç nasıl değerlendirilmesi gerekiyorsa on iki yılımı sınıf öğretmenliğine adamış biri olarak tecrübelerim ve büyüklerimden görüp öğrendiklerim doğrultusunda destek olmaya çalışmaktı. Ne kadar oldum bilemiyorum. Ama annenin ağzından çıkan, beni duygulandıran ve ağlatan sözcükler “İyi ki sizi tanıdım, sizinle konuşmak iyi geldi, sizin gibi eğitimcilerin olması umut veriyor, böyle eğitimcilerin çoğalması dileğiyle…” konuşmalarına son vermesi tanımadan bir insanın duygusuna dokunmanın, ortak olmanın, faydalı olmaya çalışmanın kıymetini bir kez daha gösterdi. Ben artık bu olayın fazlasıyla içinde hissettim kendimi ilçenin Milli Eğitim Müdürü ile konuşma kararı aldım. Detayları sizlerle sonra paylaşacağım.
Öğreten otoritesini sağlamak için kaşını, bacağını, parmağını, sopasını, dişlerini gösteren değil; sevgisini ortaya koyandır. Birlikte, eğlenerek öğrenenlerdir. Bilginin en kalıcı yanı da budur. Korkarak öğrendiğin bilgi en fazla bir saat seninledir; fakat sevgiyle öğrendiğin bilgi bir ömür seninledir, öğrendiği kişiyle birlikte.
Paylaştıkça çözümler çoğalır…
Sevgilerimle,