Efendim efsaneye göre bu Kebikeç, kitap kurtlarının atası, şahı olarak bilinirmiş. Doğu mitlerinde ise bir hayvandan ziyade bir cin veyahut melek olarak anılırmış. Çok eskilerden el yazması eserlerin başına eserin müellifi tarafından “Yâ Kebikeç! Hıfz el varak ilâ kıyâmet.” (“Ya Kebikeç! Bu kitabı kıyamete kadar koru!”) şeklinde ya da aşağıdaki haliyle itinayla nakşedilirmiş. Demek olurmuş ki; hey böcek bu kitabın bir sahibi var. Çabuk kaybol. Kitap kurdu da şahımız burada diyerek kaçarmış. Kebikeçin böceklere görev taksimi yapmak gibi bir işi de varmış zira. Haşereler kafasına göre yaprak kemirmesin diye.
Ancak raviyanı ahbar nakilanı asar; müellifin biri özenle yazdığı eserin baş sayfasına bu sözü yazmayı unutunca son sayfaya yazmak zorunda kalmış. Kurt da bir umut bu gıcır gıcır eserin ilk sayfasından dişleriyle delik açma yöntemiyle kafayı uzatıp cini aramış. Bakmış ki yok. Sahilde altın sarısı kumların üzerine dirseğini toprağa batırıp 45 derecelik bir açı ile avucunun içine başını bastırarak ense kulak birlikteliği sağlayan tatilci edasıyla tadını çıkara çıkara son sahifeye kadar gelen kurt, son nüshada Kebikeç’i karşısında arz-ı endam eder vaziyette görünce ağzında son yaprağın kırıntılarını döke saça arkasını dönmeden kaçmış. Müellife de işte bu son sayfa kalmış.
Tabi bu işin rivayeti. Bir de gerçeği var.
Aslında Kebikeç sözcüğü farklı dillerde benzer anlamlarda kullanılsa da Süryanice’de, tüm böceklere hükmeden meleğin adı olarak bilinir. Fakat işin bence en mantıklı yanı Farsça’daki açıklamasıyla ortaya çıkıyor. Zira usulüyle yazılmış bu söz gerçekten böceklerden koruyabilir. Böceğin okur yazar olması da şart değil. Farsça bu söz “düğün çiçeği” anlamına geliyor. Çok zıt açıklamalar değil mi?
Şöyle bir serencamı var mevzuun; Kebikeç adı verilen bu çiçek zehirli bir çiçek türüymüş aslında. Böceklerden korumak için kurutup çiçeği koyarlarmış araya. Sonra hattatlar daha zarif bir yöntem olarak çiçeğin zehirli suyunu mürekkeple bir nevi soslayıp kuş tüyünden olma kalemle girişe çiçeğin adını zarifçe yazmaya başlamışlar. Efsunlu yazı bu şekilde adete ve biraz da efsaneye evrilmiş…