MEB Personel Genel Müdürü Hamza Aydoğdu’nun açıklamaları ardından eğitim camiasında özellikle sosyal medya üzerinden yeni tartışmaların gündeme geldiği ve ilerleyen zamanda da bu tartışmaların süreceği görülmektedir. Sayın Aydoğdu’nun değindiği önemli başlıklara baktığımızda kariyer sistemi, hizmet puanı ve zorunlu hizmet affı gibi öğretmenler arasında en fazla dillendirilen konulardan bahsedildiğini görüyoruz. Öyle ki bu konular dönem dönem ön plana çıkmakta, üzerinde uzun tartışmalar yaşandıktan sonra adeta rafa kalkmaktadır.
Örnek vermek gerekirse zorunlu hizmet affının her 10 yılda bir getirildiği adeta şehir efsanesi şeklinde dolaşmaktadır. Kuşkusuz bunda geçmiş uygulamaların da etkisi olmuştur. Ancak böyle bir teamülün olması bunu yasal bir zorunluluk haline getirmemektedir. Dolayısıyla genel müdürümüzün de vurguladığı gibi henüz böyle bir konunun MEB gündeminde olmaması anlaşılır gözükmektedir. Yine de olağanüstü şartların yaşandığı bir dönemde bulunmamız sebebiyle bu kapıyı az da olsa aralık bırakmak mantıklıdır diye düşünüyoruz.
Diğer bir önemli mesele ise kademeler arası geçiştir. Sayın Aydoğdu’nun konuşmasının başında da dile getirdiği ehliyet ve liyakat sorunu bugün artık devletin her kademesi tarafından kabul edilmiş ve acil çözüm bekleyen bir sorundur. Bu konuda da direkt genel müdürün ağzından bu sorunun çözümüne yönelik önlemlerin alındığı, kademeler arası geçişlerin kurallara bağlandığı ve öğretmenlik meslek kanununun önemine atıf yapılması olumlu bir gelişme olarak görülmektedir. Ancak burada da şöyle bir detay vardır: Bilhassa okul yöneticilerinin idari sınıfa dahil edilmesinin gerekliliği ve görev tanımları üzerinde uzlaşılması, okul yöneticiliğinin profesyonel bir meslek dalı veya en azından yöneticiliğin bir alt dalı olarak sınıflandırılması beraberinde önemli gelişmeleri getirecektir. Bu dileğimizin bir temenni olarak kalmamasını ve ilgili düzenlemede yer verilmesini arzu ederken, öğretmenlerin de benzer bir kariyer sistemi içinde yer almasının elzem olduğunu uzun zamandır savunmaktayız. Yani eğer ki genel müdürümüzün açıklamaları ardında okul yöneticiliği ve öğretmenliğe ilişkin daha kapsamlı ve felsefi temeli güçlü bir reform anlayışı yoksa yapılanların yine havada kalması ve istikrarsız projeler rafına kaldırılması pek olası görülmektedir.
Öğretmenlere kariyer sisteminin (uzman öğretmenlik, başöğretmenlik vb.) ülkemizde uzun zamandır tartışılan bir konu olduğunu biliyoruz. Geçen zamanda bu sistemden yararlananlar veya önce yararlanıp sonra mahkeme kararı ile elde ettiği hakkı yitirenler olmuştu. Bu durum öğretmenler arasında fikir ve uygulama ayrılıklarını doğurmuş, sistemin düzgün yürütülememesi beraberinde haklı olarak güçlü bir muhalefeti getirmişti. Şimdi geçmişte yapılan bu hatanın düzeltilmesi ve hakların teslim edilmesi noktasında kuvvetli bir anlayış olduğunu görerek, bu girişimin başarılı olmasını diliyoruz. Zira hakkı teslim edilen öğretmenin kendini mensubu olduğu örgütün değerli bir üyesi olarak görerek daha verimli çalışmalarda bulunacağını düşünüyoruz. Lakin, az önce de belirttiğim gibi yapılacak düzenlemelerin ciddi bir etüt çalışması dahilinde gerçekleştirilmesi arzu edilen hedefe ulaşılmasını sağlayacaktır. Aksi takdirde sonucun pek memnun edici olmayacağını şimdiden söyleyebiliriz.
Hizmet puanlarının hesaplanmasında ise sayın müdürümüzün de dediği gibi çalıştığı bölge ve yıl baz alınmaktadır. Bu durumda aynı okulda çalışan ve hizmet yılı da aynı olan iki öğretmenden, yüksek lisans veya doktora yapıp projelerde görev alanın, almayanla arasında en azından resmiyette hiçbir fark bulunmamaktadır. Kendisini geliştiren, mesleğine kendini adamış ve içsel motivasyonu yüksek öğretmenle, görevini sadece derse girip çıkmak şeklinde tanımlayan öğretmen MEB açısından çok da farklı değildir. Kendisi de bizzat doktora sürecinde olup, makale ve kitap yazan, ayrıca da çeşitli projelerde bulunup, bireysel eğitim faaliyetlerine katılan bir öğretmen olarak, açık söylemek gerekirse, bunlarla hiç uğraşmayan bir meslektaşımla MEB bünyesinde bir tutulmak motivasyon kırıcıdır. Altını çizmek istiyorum: Kendini mesleğine adamış, fark yaratan bir öğretmene sosyal anlamda tabi ki farklı davranılmaktadır. Bu öğretmenler gerek mesleki gerekse sosyal çevrelerinde ön plana çıkmakta, takdir edilmektedir. Ancak bu takdirin mesleğin bürokratik yönünde de olması haklı bir arzudur.
MEB’in ek derste yüzdelik artış veya BİLSEM başvurusu ya da müfettiş olmak isteyenlere ek puan gibi birtakım artılarını saymazsak, kendini mesleğine adamış olmakla olmamak arasında bürokratik anlamda öyle derin bir fark bulunmamaktadır. Bu durumda da öğretmenlerin mesleki gelişimi ulusal bir eğitim politikası olmaktan ziyade kişinin kendi vicdan ve motivasyonuna bağlı bireysel bir eylem olmaktan öteye gidememektedir. Hizmet puanlamasındaki böyle bir düzenlemenin gelişimci öğretmenler açısından sevindirici bir gelişme olacağı açıktır. Ancak bu düzenlemenin kesinlikle geriye dönük de işletilmesi gerekmektedir. Bu başlıkta örnekleri verilen; yüksek lisans-doktora, ulusal ve uluslararası projeler, hakemli dergide makale gibi çalışmaların hepsi resmi kayıtları olan çalışmalardır. Dolayısıyla bizim önerimiz, her öğretmenin mesleki kariyer özgeçmişinin çıkarılması ve belirtilen hususlara göre puanlanmasıdır. Yoksa yıllardır verilen pek çok emek görmezden gelinmiş olur ki hem sayın bakanımızın hem de genel müdürümüzün böyle bir anlayışta olmadıkları kanısındayız.
İlerleyen günlerde sürecin detaylarına ilişkin mutlaka daha fazla bilgi gelecektir. Şu anda en büyük sıkıntı olaraksa yıllardır süren ve çeşitli isimler altında MEB tarafından ortaya atılan reformların (Toplam kalite, İKS, Kariyer basamakları vb.) neredeyse hiçbirinde bir istikrarın ve uygulama birliğinin oluşturulamaması, buna bağlı olarak da eğitim camiasındaki güven ve inanç kaybı görülmektedir. Bunun kısa zamanda tersine dönmesi de pek mümkün değildir. Nitekim sosyal medyada şimdiden yaşanabilecek olumsuzluklar biraz da ti ye alınarak dile getirilmektedir. Eğer güçlü ve istikrarlı, ama en önemlisi liyakat ve hakkaniyet ilkelerine uygun bir personel rejiminden bahsedeceksek dozunda eleştirilerin de mutlaka dikkate alınması gerekmektedir. Türk Eğitim Sistemi adına bu sağduyu ve özene en çok sahip olduğumuz bir dönemde bulunduğumuz ise unutulmamalıdır.