Öz Şefkat
Her toplumda ortaya çıkan rekabet duygusu, insanların kendine karşı olan iyilik ve naziklik halini de oldukça etkilemektedir. İyilik ve naziklik kavramları hissettiğimiz mutluluk, sevinç gibi duygulardan oldukça farklıdır. İçinde duygu ve düşünce kadar eylem ve harekette barındırır. Bu eyleme geçme durumu da bize psikolojinin şuan en popüler kavramlarından biri olan öz şefkat kavramını doğurmuştur.
Öz şefkat, hayat içerisinde sıkıntılı süreçlere maruz kalırken yakın dostlarımıza ve arkadaşlarımıza nasıl ilgiyle ve nezaketle yaklaşıyorsak aynı şekilde kendimize de bu şekilde yaklaşmamız demektir. Ne demek istiyoruz? Örneğin, çok sevdiğimiz bir arkadaşımızın başına hiç istemediği ve üzüleceği bir durum geldi. Bu durumu bizimle paylaşırken çoğumuzun vereceği ilk tepki : ”Ben her zaman yanındayım, her şey yoluna girecek” şeklindedir. Peki senaryoyu bir de kendi üzerimizde görelim. Kendimize verdiğimiz ilk tepki ne oluyor? Her zaman kendi yanımızda olduğumuzu arkadaşımıza söylediğimiz rahatlıkla söyleyebiliyor muyuz? Kendimize karşı ilk söylediğimiz şeyler genellikle şunlar oluyor: ”Beceriksizim, yetersizim, sevilecek biri değilim…” bu şekilde uzayıp giden bir listeyi kendimize layık görüyoruz. Oldukça acımasız ve ruhumuzu yaralayan söylemleri birbiri ardına sıralıyoruz.
Öz şefkat üç bileşenden meydana gelmektedir. Bunlardan ilki olan öz nezaket kavramı zor deneyimler sonrası yakın arkadaşımıza davrandığımız gibi kendimize davranabilme eğilimidir. Diğer bir bileşen olan ortak insanlık hali ise, bazı zor yaşantılar karşısında kendimizi yetersiz hissettiğimiz duygusunu bizimle birlikte dünyanın farklı yerindeki pek çok kişinin de yaşayabileceğini kendimize hatırlatabilme becerisidir. Hayatta zorlayıcı bir deneyimle karşılaştığımız zaman aklımıza ilk gelen soru genellikle “neden benim başıma geldi?” şeklindedir. Bu soru, bireyi yalnız hissettirebilecek bir sorudur. Eğer ortak insanlık bileşenini hayatımıza empoze edebilirsek yaşadığımız zor yaşantıları kabul etmiş ve bu durumun herkesin başına gelebileceğini düşünmüş oluruz. Bu durumda öz şefkat için oldukça önemli bir husustur. Üçüncü ve son bileşen ise bilinçli farkındalıktır. Bilinçli farkındalık, kısa tanımıyla dikkatimizi tam o an yaşadığımız deneyimlerimize vermektir. Şimdi ve burada ilkesi bu kavramın olmazsa olmazıdır.
Gelgelelim, öz şefkatin bizim toplumumuzda sadece teorik bir terim olarak kalmasına. Bir türlü teoriden uygulama alanına geçememek ülkemizde çocuk yetiştirme tarzına dikkat edilmesini gerektirmektedir. Henüz çocukluktan itibaren başlayan öz şefkat kavramına olan yabancılığımız, teorik anlamdan uygulamaya geçmemizi ne yazık ki zorlaştırmaktadır. Yalnızca bu da değil. Yetişkinlikte de sorunlarımızın çözülememesinin temelinde öz şefkat eksikliği yatmaktadır. Bu yüzden öz şefkat ile ne kadar erken tanışırsak o kadar sağlıklı bir gelişim süreci yaşarız. Peki bu kavramı hayatımıza nasıl katabiliriz ve bu kavramı hayatımıza katmak bize neler kazandırır? Öncelikle, bir psikolog olarak önerim küçük yaştan itibaren çocuklarımızı deneyime açık hale getirmek. Yaptıkları her eylemde yanlarında olduğumuzu çocuklara hissettirebilirsek şefkat kavramını içselleştirebileceklerdir. Kavramı anlatmanın ötesine geçerek onlara davranışlarımızla göstermek oldukça kalıcı bir yöntemdir. Özellikle, kendimize karşı göstererek başladığımız öz şefkat kar topu etkisi yaratacak ve dış çevremizi de etkisi altına alacaktır.
Kısacası, öz şefkat kavramı bireyin gelişim sürecini destekleyen bir kavramdır ve çocukluktan itibaren özen gösterilerek bireylerin hayatlarına katılmalıdır. Öz şefkati gerçek anlamda uygulayabilirsek yaşam alanımızı pozitif yönde saran bir havayı soluyacağız demektir.