Öncelikle belirtmek isterim ki okulları herhangi bir işletme statüsünde düşünmek ve o mantıkla yönetmek benim onayladığım bir şey değildir. Çünkü ben öğretmenin ve okulların özgür olmasından yanayım. Çocukların aynı kalıplar içine sokulması taraftarı hiç değilim. Bireysel yetenekleri fark etmek, yaratıcılığı görmek ve desteklemek gerekir. Hem çocuğun hem öğretmenin özgür öğrenme ortamlarında kendi öğrenmelerini gerçekleştirmesi gerektiğine inanırım. Bunlar için de ticari bir kurumsallaşma anlayışı tabii ki olumsuzluk yaratır.
Eğitim ve okullar ile ilgili değerlendirmelerde konu okul kurumuna gelir dayanır. Bazen sınav değerlendirmeleri için girdileri aynı olmayan bir fabrikadan aynı çıktıyı beklemenin yanlışlığından bahsedilir. Bu tartışmaların doğruluğu ve yanlışlığını bir kenara bırakıp asıl dikkat çekmek istediğim nokta okula bir işletme mantığı ile yaklaşılıyor olması durumudur.
Okullar bulundukları çevre nedeniyle birbirinden farklı yapıda özelliklere sahiptir. Bütün paydaşlar olarak bu farklılıklar üzerine kendi modelini oluşturmuş kurumlardır. Bu kurumların kendine özgü kural ve uygulamaları vardır. Ama o kuralların çoğu bütün paydaşların görüşlerine göre oluşmaz. Genellikle kurum yöneticisinin istediği kurallar geçerlidir. Diğer paydaşlar ona uymak zorundadır. Şimdi kurumsallaşmanın tanımını düşünürsek aslında okullarda bir kurumsallaşma var zaten. Ama sanırım sorgulanması gereken başka bir durum var. Oluşturulan kurumsal kimlik doğru kimlik mi? Hatta ikinci soru olarak da doğru okul kültürü mü?
Özel okulların genelinde kurumsallaşmaya yönelik çalışmalar vardır. Okulların reklamlarında, öğrenci kayıtlarında, formalarında vs. bunları görebilirsiniz. Biz … olduğumuz için şöyleyiz, biz buyuz, şuyuz gibi. O okullara çocuğunu kaydettiren veli kurumun kurallarını kabul eder ve itiraz etmez. Üste onca para öder ve ne kıyafet sorunu yaratır, ne kaynak kitaplara ödediği parayı sorgular. Ne de çocuğuna göz açtırmamacasına verilen ödevleri. Bu okul artık kurumsaldır, hedef gösterilmiştir paydaşlara onlar da kendilerinden geçer ve aynı hedefe doğru uygun adım koşarlar.
Aynı durum bir devlet okulunda nasıldır? Adını diğerlerinin önüne çıkarmış olan okullarda da yine bir ölçüde kurumsallık vardır. Aslında daha geçmiş yıllarda vardı demek istiyorum. Seçkin ve sınavlardaki yüksek başarı ile öğrenci alan okullar vardı. Onların kurumsal bir kimliği vardı. Oraya giren öğrenci de bunu bilir kendini oraya ait hissederdi. Kendini ait hissetmek önemli bir duygudur ve kendinden fedakarlık etmeyi beraberinde getirir. “çünkü ben … okulluyum” düşüncesi ile ait olduğu kurumun beklentileri yönünde hareket etmek vardı. Daha sonra okulların nitelikleri düştü, oraya ait olmanın bir ayrıcalığı kalmadı. Dolayısıyla öyle bir kurumun normları bir şey ifade etmedi paydaşlar için. Önce okul kıyafetlerine itiraz ettiler. Yasakları delmeye başladılar. Daha sonra kitap almaya ve ders çalışmaya. Asi olmak moda oldu, okula karşı durmak, istenenin tam tersini yapmak. Kurumsal yapıların yerini sadece kurum diye nitelendirdiğimiz yapılar aldı. Aslında eğitimdeki tartışmaların en temelinde çözülmesi gereken sorun tam da bu noktada ortaya çıkıyor. Okullar kurum olarak mı var olmalıdır? Okullar kurumsal bir yapıya mı sahip olmalıdır? Kurum kültürü olan okullar mı olmalıdır?
Bir de sıradan bir devlet okulundaki duruma bakalım. Sıradan bir devlet okulunda kurallar okul müdürünün istediği şekilde işler. Kimse yasa ve yönetmeliklerde tersi söylense bile kurum müdürünün söylediğinin tersine hareket etmez. Uygulamanın yanlış olduğunu bilse de itiraz etmez. Müdür değişir kurumun kuralları değişir. Müdür okulda yoktur uygulama değişir. Bu okullarda her sınıfta da ayrı kurallar vardır. Herkes kendi yönettiği gruba egemendir ve her grup kendi içinde kurumsaldır. İroni. Okulun kurumsal bir kimliği yoktur ama herkesin kendi kurumsal kimliği vardır. Bu kimlikler de bireysel egolara, hırslara göre belirlenmiştir. Okul müdürünün kurumsallaşma anlayışı kendi bilgisi ölçüsündedir. Yıllardır okul müdürleri nasıl belirlenir? Sınıfta yeterince lider olamayan kişiler idari kadroya alınır. Sınıftaki iyi bir lider yönetici olarak tercih edilmez. Ona da hükmedecek kişilerin zorlanmaması gerekir. Sınıfta zorlanacak kişinin de idari kadroda rahat etmesi sağlanır.
Son yıllarda yönetici atamalarında yaşanan liyakatsizlikler de okullarda değil kurumsallaşma gerçekleştirecek yöneticiler bulmayı eğitimden anlayan yöneticileri bile mumla aratır hale gelmiştir.
Okulların bir ticari şirket gibi düşünülmesi doğru değildir. Ancak okullar keyfi uygulamaları kaldıracak kadar da hafife alınacak kurumlar değildir. Hazır eğitimde bir reform süreci yaşadığımızı söyleyenler varken, her türlü değişim ve gelişimi yaşayacağımız garantisini verenler varken bu alanda en önemli adım atılabilir.
“Eğitimde kıyameti koparmamız lazım” demişti. İşte o kıyamet için hem eğitimden hem de kurumsallıktan anlayan, okulları kafasına göre yönetmeyen liyakat sahibi yöneticiler atanması gerekir.
İlkay KUMTEPE