Çok sıklıkla duyduğumuz ve hatta sıklıkla da şahit olduğumuz bazı olaylardan bahsedeceğim.
“Otobüse binerken kimse sırasını beklemiyor. Başkalarını ite kaka öne geçmeye çalışıyor. Otobüsten inmeye çalışan birine yol vermek için bile kımıldamıyorlar. Herhangi bir yerde sıra bekleme alışkanlığımız yok. Hastanede tanıdığını alan öne geçip işini yaptırıyor. Bankada nasıl daha ön sıradan yerimi alır da işimi başkalarından önce hallederim, derdi alıyor insanı.” Bunlar basit bir örnek ve niceleri var böyle.
Toplum genelinde bu tür yakınmaların sonunda tartışma gelir hep eğitim sistemine dayanır. Herkes eğitimin şart olduğunu söyler. Çocuklarımızı iyi yetiştiremediğimizden falan bahsedilir. Bilirsiniz işte herkes uzman olur ve sorunları tespit etmeye kalkar. Kimsenin ise elle tutulur bir önerisi yoktur. Dahası bundan yakınan insanlar kendileri de sıklıkla aynı şeyi yaparlar ve çocuklarına da bu yönde model olurlar. Çözüm aslında basittir. Herkes kendinden başlamalıdır değişime.
Yapılan eleştirilerin bir kısmı yerindedir. Ama çözüm üretmekten uzak bir eleştiridir. Bir toplumu şekillendiren en önemli etken eğitimdir. Eğitimin genel amaçlarına bakıldığı zaman hedeflenen ile –ki sürekli değiştiği için uzun vadeli bir hedef yok- uygulamada var olan aynı değildir. Öyleyse hedefe ulaşmak için kullanılan yol yanlış demektir. Kullandığımız yok bizi belirlediğimiz hedefe götürmüyor. Biz de ısrarla hedefleri yeniden değiştiriyoruz. Olmadı amaçları değiştiriyoruz. Bir türlü üçünü birleştiremedik gitti.
Hedefimizde birlik, beraberlik, dayanışma, yardımlaşma gibi değerler var. Çok güzel. Eğitim sonunda bakıyoruz. İnsanlarımız birbirini nasıl kandıracağının, birbirinden nasıl daha önde olacağının, diğerini geçerek nasıl başarılı sayılacağının hesabını yapıyor. Hani nerde hedefler? Gelmişiz bambaşka bir yere. Diyorum ki bir de yola bakalım. Yol gerçekten çok kötü. Yol birbirini geçme üzerine kurulu. Yolda başarılı sayılabilmen ve bir hedefe ulaşabilmen için başkalarını elemen gerek.
Her çocuk zorunlu eğitim sisteminden geçiyor. Zorunlu eğitim sistemimiz yarışmacı bir yol çizgisinde. Çocukların birlikte ve yardımlaşarak başarılı olabileceğini öğrenebileceği çalışmalar yok. Yol boyunca birilerini geçmek ve elemek zorunda. Bunu nasıl yaptığı da önemli değil. Bu çocuk tabii ki gelecek hayatında da her şekilde başkasını geçmeye, önce kendi işini halletmeye çalışacaktır. “önce ben” bilincini çocuklarımıza biz bu yarışmacı anlayışla kazandırdık. Şimdi kendi yaptığımız şeyi haksız yere eleştirmek niye?
Sınıfta bir arkadaşını dinlerken dikkatini ona veren çocuk bu davranışı ile ilgili geri dönüt aldığında dinlemeye meyilli olur. Ama öğretmeni, ailesi o konuşurken dikkatle dinliyorsa dinlemeyi öğrenir.
Sınıfta sorulan bir soruyu erken çözen değil farklı yollarla çözen çocuk amacın sonuç değil süreç olduğunu öğrenir.
Okulda birlikte üretilen ve örnek olabilecek etkinlikler yarışmalarda aldığı derecelerden daha fazla öne çıkarıldığında birlikte çalışmanın önemini anlar.
Bir dersten aldığı iyi not yerine sınıf arkadaşına yaptığı yardım konuşulmaya başladığında yardımlaşmanın daha önemli olduğunu anlar.
Sorulara vereceği ezberlediği doğru yanıtlar yerine günlük yaşamdaki bir soruna yönelik ürettiği soru ya da çözüm yolu onun başarısını belirlediğinde daha üretken olmayı öğrenir.
Çocuklarımıza ne öğrettiysek öyle bir toplum var karşımızda. Öğretilenler ise ona model olarak gösterilendir. Başarılı sayılması için konulan sınırlardır. Aşması için gösterilen engellerdir. Yani tamamen uygulamanın kendisidir. Yoksa MEB genel amaçlarında belirlenen hedefler değildir.
Hayallerimizdeki topluma ulaşmanın yolu da yarışmacı anlayış yolundan uzaklaşmakla olur. Hayallerimizde de birbirine saygılı, tahammül sınırları geniş, yardımsever, insancıl değerleri ön planda olan bir toplum yaratmaktır. Öyle değil mi yoksa?