Ortaokul ve lise yıllarımdan hatırlıyorum da okulumuza sık sık yazar öğretmenler gelir ve bizlerle söyleşiler yapardı. Şiir, hikaye veya roman yazmış olan bu öğretmenleri ilgiyle dinler; söylediklerinden kendi adımıza dersler çıkarmaya çalışırdık. Hatta hiç unutmam, böyle bir söyleşinin ardından yazar katılan öğrencilere şiir kitabından birer tane hediye etmişti de şiire ilk merak salmam bu olayın vesilesiyle olmuştu.
Benzer etkinliklerin günümüzde de devam ettiğini görüyorum ama bazı farklarla… Hem öğretmen hem de öğrenci olarak yıllar boyu bu tür eğitimci-yazar buluşmalarına defalarca katıldım ve şunu gözlemledim: Gençliğimdeki yazarlar bizlerle sohbet eder, bizi kendileri ile eşit bir muhattap olarak görürdü. Söylediklerimizi ilgiyle dinlediklerini, hatta notlar aldıklarını hatırlıyorum. Kitaplarını da imzalı olarak hediye ederlerdi. Oysa günümüzde bu olay sanki tersine döndü. Yeni nesil eğitimci yazarlar söyleşiden ziyade didaktik konuşmalara ağırlık veriyorlar. Yani onların karşısında ister veli, ister öğretmen ya da öğrenci, kim olursa olsun sanki ders dinliyormuşuz gibi bir hava hakim. Bunu nispeten sert biçimde yerine getirenler olduğu gibi, karşısındaki kitleyi coşturarak heyecanlı biçimde yapanlar da var. Yine de sonuçta amacı size bir şey öğretmek, ya da sizi yönlendirmek olan birisiyle muhattap oluyorsunuz. Hızını alamayıp seminere katılan idarecileri bile şaka yollu paylayan veya tiye alanları da gördüm. Doğal olarak yüzlerce, hatta binlerce kişinin aynı anda katıldığı bu aktiviteler birer diyalogdan ziyade; eğitimci yazarımızın tek yönlü monologu ve kendi otoritesini salonu dolduranlara ispat etme çabası şeklinde gelişme gösteriyor. Kitaplar ise çıkışta yine imzalanıyor ama sadece kitabı satan alanlara…
Hayat şartlarından ya da değişen dünya koşullarından dem vurup kitap satma veya otoriter-didaktik üslup belirlemeyi normal karşılayabilirsiniz ama bence bu, eğitimci-yazarların kitlelere bakışını da bir nebze olsun işaret ediyor. Belki bir genelleme hatası veya yanlış ilişkilendirme de yapıyor olabilirim ama “eğitimci-yazar” dediğimiz kişiler gittikçe halktan uzaklaşıyor. En azından fikri anlamda bunu gözlemliyorum. Seminer adı altında gerçekleştirdikleri etkinlikler ise “Herkes sussun ben konuşacağım” demenin yeni bir versiyonu olarak göze çarpıyor. Freire’nin dediği gibi eğitimci yazarlar bir “anlatma hastalığına tutulmuş gibi” sürekli anlatıyor, anlatıyor, anlatıyor… Buna karşılık izleyiciyle etkileşim ya çok az, ya da hiç yok. Hatta izleyiciler çoğu zaman eğitimci yazarımızın “gösterisine” devam etmesi için birer figüran işlevi görüyor. Sahneye davet edilen izleyicilerin adeta şapkadan tavşan çıkarmasını beklediğimiz sihirbaz gibi eğitimci-yazarımız karşısında büyülendiğine sayısız kere tanık olmuşumdur.
Hal böyle olunca didaktik bir “şov” izliyor, çoğu zaman katıla katıla gülüyor ve hoş bir iki saat geçiriyoruz. Ama hepsi bu. İki saatlik bu şovun ardından ise etkinliği düzenleyenler tarafından eğitimci yazarımızın “popülaritesine” göre bir ödeme yapılıyor. Yanlış anlaşılmasın ortada bir emek varsa mutlaka karşılığı verilmelidir ancak son yıllarda bu eğitimci yazarlar üzerinden “seminerci öğretmen” diye bir kavram oluştu. İl il, ilçe ilçe gezen ve anlatacak bir şeyi olsun, olmasın azıcık hitabet yeteneği ile seyircisini coşturan bu insanlar, eğitim sevdasından ziyade “kendini gösterme”, “popülarite kazanma” ve “gelir elde etme” amacıyla bu işi meslek edinmiş görünüyor. Bugün sosyal medyayı açtığımızda, televizyon ekranlarında veya arama motoruna “eğitim”, “seminer” gibi sözcükleri yazdığımızda karşımıza sayısız “eğitimci yazar” ve/veya “seminerci öğretmen” çıkıyor. İsimleri bende gizli kalmak şartıyla, bunlardan öne çıkan bazılarının web sayfalarını ve geçmiş etkinliklerini inceledim. Maalesef çoğunda eğitim namına bir şey bulamadım. Çünkü yukarıda saydığım dertlerden muzdarip bu insanların gitmedikleri kurum kalmamış durumda. Hatta neredeyse eğitim kurumları haricinde her yere gitmişler ve bunları sitelerinde referansları olarak lanse ediyorlar. Yetmemiş, eğitimci yazar olarak sivrilen bu kişiler iki tane online kurs ile NLP koçu, yaşam koçu, eğitim koçu olmuşlar. Basılı bir yayınları var mı diye baktığımda ise şiir, hikaye veya romanı bırakın; genelde suya sabuna dokunmayan popülist cümlelerle örülü Secret tadında kişisel gelişim kitapları bunlar. Benzerleri sayısız kez basılmış, “istersen yaparsın”, “herkes başarılı olabilir” ve “çalışan kazanır elması kızarır” minvalinde kitaplar… Derinlik ve entelektüellik içermeyen, kolay okunduğu için kolay satılan ve hızlıca tüketilip sosyal medyada geyiği döndürülmeye müsait yayınlar… Ancak bir o kadar da adından söz ettiren, seminerci öğretmenin reklamına reklam katan kitaplar…
Gerçekten birikimli olan ve bunu yansıtanlara, eğitim adına uğraş verenlere tabi ki sözüm yok, ama eğitimin tıpkı genelinde olduğu gibi seminercilik de ticari bir sektöre dönmüş durumda ve bu kişiler sırf popülariteleri uğruna göstermelik seminer faaliyetlerine devam ediyorlar. İki saatte hap gibi bilginin yanında bol soslu mizah, dağıtılan katılım sertifikaları ve imzalı kitap eşliğinde Instagram paylaşımları… Tüm bunlar gençliğimdeki aydın ve ağırlığı olan yazar öğretmenleri özlememe sebep oluyor. Bilmiyorum belki de fazla romantik takılıyorum. Karar sizlerin…
Kalın sağlıcakla…