Okul öncesi eğitim cumhuriyetin ilk yıllarıyla birlikte büyük önem kazanmış, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kadınların çalışma hayatına girmesiyle eğitimde yerini sistemli bir şekilde almıştır. Ülkemizde yıllardan beri süre gelen okul öncesi eğitim algısı ebeveynlerin işe gitmeden önce çocuklarını güvenli buldukları bir yere emanet etme düşüncesiyle şekillenmiştir. Yapılan araştırmalar ise beyin gelişiminin %70’inin erken çocukluk döneminde tamamlandığını göstermektedir. Davranışçı öğrenme kuramının öncüsü kabul ettiğimiz John Locke insan zihnini boş levhaya (tabular rasa) benzetmektedir. Yani çocuklarımız doğdukları zaman beyinleri boştur, bizim öğrettiklerimiz ve sosyal çevrenin etkisiyle gelişim şekillenir. İlk üç yıl çocuklarımızın öğrenmiş oldukları davranışlarda iyi-kötü, doğru-yanlış ayrımı yoktur. Üçüncü yıldan sonra çocuklarda yavaş yavaş cinsiyet algısı, iyi-kötü, doğru-yanlış algısı oluşmaya başlar. Bu da okul öncesi eğitimi çocukların sürekli kes, boya, yapıştır yapacağı ve annelerin yalnızca çocukları güvenilir bir ortamda onların işten gelmelerini bekleyeceği sıradan bir kurum olmaktan çıkarmış ve bir eğitim kurumu haline getirmiştir.
Nitelikli bir okul öncesi eğitim çocuğun beş gelişim alanına hitap eder. Bunlar; bilişsel (beyin) gelişimi, psikomotor (kas gelişimi) gelişim, sosyal- duygusal gelişim, dil gelişimi ve öz bakım becerileri olarak sınıflandırılır. Okul öncesi eğitimde çocuğun kendine güvenmesi kadar çoraplarının eşini bulması, kesme işlemini gerçekleştirmesi kadar rakamları tanıyabilmesi, rakamlar olmadan nesnelerle (elma, kalem vb.) basit matematik işlemlerini yapabilmesi; fen ve deneylere merakının uyandırılması kadar kurallı cümle kurabilmesi ve Türkçeyi doğru kullanması da önemlidir. Okul öncesi eğitimde müfredat ve ders programı yoktur. Öğretmenler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın 2013 yılında düzenleyerek öğretmenlere sunduğu Okul Öncesi Eğitim Programını kullanır ve yukarıda yazdığım beş gelişim alanının kazanım ve göstergelerine göre etkinlik hazırlar. Oyunun çocuğun gelişiminde taşıdığı önem herkes tarafından kabul edilmiş bir görüştür. Öğrenmeyi kolaylaştırmak ve sıkılmalarını engellemek adına bütün etkinlikler oyun ile çocuğa sunulur ve gelişim alanlarının desteklenmesi oyun ile sağlanır.
Değerli okurlarım, sevgili anneler ve babalar; eğitimden beklentimiz nedir? Okul öncesi eğitimden beklentimiz nedir? Okul öncesi öğretmeni çocuk bakıcısı mıdır? Sizlerden bu soruların cevabını kendi içinizde düşünmenizi istiyorum. Çünkü okul öncesi öğretmeni yukarıda kısaca anlatmaya çalıştığım eğitim programını uygulayarak hiç teneffüs olmadan bazen lavaboya gitmeye vakit bulamadan sınıfta görevinin başında bulunur. Her çocuk bir dünyadır. Öğretmen hep güler yüzle, yüksek enerjiyle, şarkılarla, danslarla her dünyayı tanır, hitap eder, içine alır ve kendi öğretim tarzını belirler. Çocuklar okula alışana kadar “anne” diye hitap eder öğretmene… Çocuk en sevdiği ve hiç paylaşmak istemediği oyuncağını kimseye değil sınıfta öğretmenine emanet eder. Canı acısa, burnu aksa, hasta olsa, midesi bulansa, mutlu olsa, üzülse önce öğretmenine söyler. Oyuna dalar bazen altına kaçırıverir sessizce öğretmeninden sınıftaki arkadaşlarına fark ettirmeden çözüm bulmasını bekler…
Okul öncesi öğretmenleri bazen anne babanın bile fark edemediği problemleri fark eder. Üniversitede bir hocam vardı; Doktor Öğretim Üyesi Naim ÜNVER kendisini saygıyla anıyorum bizlere hep “İşiniz gönüllere dokunmak.” derdi. İşte her ne yaparsak yapalım, nerede olursak olalım işimizin özü bu; gönüllere dokunmak. Öğretmenlik böyle bir şey; gönüllere dokunmak ve süper kahraman olmak. Kendi içimde çözemeyeceğimi düşündüğüm bir problemle karşılaştığım zaman iç sesim konuşur; “Sen bir süper kahramansın…” Motivasyon sırrım; okul öncesi öğretmenleri çocukların süper kahramanıdır! Okul öncesi eğitimin herkes tarafından bilinçli bir şekilde kabul edildiği günleri görmek umuduyla… Sevgilerimle…
Sümeyye Öğretmen