Covid-19 virüsü pandemisi nedeniyle okul mezuniyet programları eskisi gibi salon ve stadyumlarda biraraya gelerek, neşe ve eğlence içinde kepleri fırlatarak (tasvip etmesem de) yapılamadı. Kimi eğitim kurumları diğer tüm faaliyetlerde olduğu gibi zorunlu olarak mezuniyet törenlerini de çevrimiçi internet üzerinden sanal âlemde yaptılar. Kimileri de normalleşme ümidiyle bu günlere ertelediler.
Sosyal medya mecraları eş, dost, arkadaş ve akrabaların çocuklarının cübbeli-kepli fotoğraflarıyla dolup taştı. Hatta üniversite yerleştirme sonuçları da belli olduğu için sevinçler ikiye katlandı. Kayıtlarını olup üniversitelerin kapısında ailece ilk hatıra fotoğrafları yayınlandı ve paylaşıldı. İki milyon içinden büyük bir çaba göstererek istediği ve hedeflediği belki de yıllarca hayalini kurduğu okulu kazanmak ve dört beş yıl sonra mezun olmak elbette ki sevinci ve coşkuyu hak ediyor.
Peki neden seviniyoruz. Çocuklarımız ve gençlerimiz üzerinde diploma yazan afili bir kağıt parçasına sahip olduğu/olacağı için mi? tabi ki hayır. Bu kağıt/diploma, sahip olanlara bir gelecek vadediyor. İş ve istihdam imkânı sunuyor. Hatta ümitler o ki; dolgun bir maaş, daimi bir iş, bir oda/masa, sekreter ve araba, ikramiye, sosyal haklar, emeklilik vesaire… Hatta inanış ve fiili durum odur ki hayat arkadaşı seçimi, evlenip yeni bir yuva kurmak bile buna bağlı. Erkekler için askerliği yedek subay olarak yapmak. Öte yandan idealist bir ruhla doktor olup insanları sağlığına kavuşturmak, asker-polis olup ülkemizi iç/dış düşmanlara karşı koruyarak huzuru sağlamak, öğretmen olup insan gibi nesiller yetiştirmek vb. Aslında bunları sağlayacak olan diploma değil tabikî. Bir mesleği öğrenerek bilgi, beceri ve davranışlarıyla yetenek sahibi olarak başarıyla icra edebilmek hedeflenir.
Sadece bir diploma sahibi olmak; iş başvurularına, görüşme ve mülakatlara davet şansı sağlayabilir. Sonrasında bireysel yetenekler devreye girerek iletişim, kendini ifade, giyimiyle-kuşamıyla ve duruşuyla temsil yeteneği, mesleki bilgi ve beceri kişinin işe kabulünü de sağlayabilir. Sonrasında deneme ve sözleşme süresince kabul edildiği yerde bilgi, beceri ve yeteneklerini sergileyerek bir değer üretme ve değer katması beklenir meslek sahibi kişiden.
Gençlerin çoğu üniversite mezunu olmak ister. Zanneder ki “diplomayı alırım ve hemen dolgun bir maaşla rahat bir işe girerim” beklentiler büyüktür. Kimseyi (kamuda ahbap çavuş ilişkisiyle uçan istisnalar hariç) paraşütle tepeye yerleştirmezler. Önce en alt basamaktan başlarsın, yavaş yavaş hak ettikçe ilerlersin. Gelecekte daha iyi pozisyonlara gelmek isteyenler hep umutla herkesten daha iyi ve çok çalışmak zorundadır. Referans ya da torpille işe girme devri bitmeye başlamıştır. Bu destek belki ilk tanışmaya belki işe girmeye de sebep olur ama kimse işine yaramayacak elemanı ömür boyu çalıştırmaz.
Her insanın bir mesleği olmalıdır. Mesleği olanın işi, işi olanın aşı, aşı olanın evinde huzuru ve mutluluğu olur derler. Mesleği mutlaka geçimi temin edecek gelirin kazanılması olarak da görmemek gerekir. Diyelim aileden zenginlik var diye bir mesleğiniz olmasın mı? Hatta Allah’ın bir kula verebileceği en yüce makam ve görev olan Peygamberlerin bile birer mesleği olduğu ve mesleğini icra ederek hayatlarını sürdürdükleri bilinmektedir.
Bir meslek sahibi olmak, mesleği yapabildiğini gösterir diplomaya kavuşmak için mutlaka üniversite bitirmek gerekmiyor. Meslek kursları ve meslek lisesi mezunu olmak da kişiye bilgi, beceri ve yetenek kazandırmaktadır. Öyleyse neden ilk sıralardaki en gözde Anadolu Liselerini kazananlar gibi sınavla meslek liseli olan bir gencimiz ve ailesi çocuğum meslek lisesini kazandı/bitirdi ve işe girdi çok şükür deyip neşeli bir ilk gün fotoğrafını sosyal medyadan paylaşmıyor. Bir üniversite veya meslek lisesi mezunu olarak meslek öğrenmek ve diploma sahibi olmak arasında toplumsal bir algı farkı varda ondan. Bu farklı bakış üniversitenin farklı fakültelerinden mezunlara yönelik de var. Eczacı, dişçi, doktor, avukat, öğretmen, mühendis, işletme, muhasebe gibi farklı bölümlerden mezun olanların bir kısmı doğrudan kariyer mesleği olarak mezun oluyor. Bir kısmı da devamında bazı eğitimlere devam ederek veya sınavlara girerek iş sahibi olabiliyor. Aslında öyle sektör ve meslekler var ki meslek lisesinde bu alanda meslek öğrenerek mezun olup hemen iş bulma imkânları hatta daha başlangıçta çoğu üniversiteliden daha fazla kazanç elde etmeleri de mümkün.
Hayat denen zaman dilimini ölçerken bir günü esas alarak değerlendirmede bulunursak en çok vaktimizin geçtiği yer genellikle işimiz, mesleğimiz ve iş hayatımızdır. Öyleyse başta bizim kendi tercih ve gayretlerimizle belirlediğimiz mesleğimiz ve işimizin hayatımız için çok önemli olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Buradan hareketle “mesleğim hayatım” tam da yerini bulmuş bir kavramdır. Mesleğimiz bizim hayatımızdır.
Diploma ve meslek sahip olan kişiye bir unvanı kullanma hakkını da vermektedir. Bu unvan toplumda sosyal bir statü sahibi olarak kişinin kabul ve değer görmesini de etkilemektedir. Meslek sahibi olmanın bir insana geçim sağlama dışında başkaca faydaları da bulunmaktadır. Bir meslekle uğraşan kişi boş vaktin en iyi şekilde değerlendirmiş olur. Bir işi başarma ve ortaya işe yarar bir ürün çıkarma duygusunu yaşar. Bir başka insanın bir ihtiyacını gidermesini temin etmiş olur. Bir uğraşla meşgul olurken vücudun, aklın ve duyguların harekete geçmesiyle oluşan sağlıklı duruma kavuşur. Mesleği olan bir kişi yaşamak için başkasına muhtaç olmaz. Meslek sahibi olanın kendine güveni artar. Toplumda saygın bir yeri ve itibarı olur. Sahip olduğu meslek grubunun bir üyesi aidiyet duygusu oluşur. Bireysel ve toplumsal huzura katkı sağlamış olur. Faydalı bir vatandaş olarak devlete karşı sorumluluklarını yerine getirebilir.
İş insanı Suna KIRAÇ; “ Ekonomik zorluklar aşılır, siyasi krizler çözümlenir ancak çocukları harcanmış bir toplumu yeniden onarmak mümkün değildir” demiş. Belki de bu sözü; mümkündür ancak uzun bir emek-zaman alır ve bu da oldukça pahalıya mal olacak bir kayıptır diye farklı ifade edilebilir. Ne yazık ki ülkemizdeki işsizlik oranı içinde üniversiteli işsiz oranı normale oranla iki kat daha fazladır. Bu gençler emsallerinden bir adım öne geçmek adına mezuniyet sonrası hemen iş bulamadığı için yüksek lisans, KPSS kursları ve muhtelif kurslara giderek farklılaşmaya çabalamaktadır. Buna eğitim kurumu ve programlarının iş gücü piyasası taleplerine dayalı eğitim vermemesi de sebep olmaktadır. Hayaller-gerçekler ihtiyaçlar ve beklentiler ne yazık ki her zaman örtüşmüyor. Herşeye rağmen çocuklar ve gençler bizim geleceğimiz mesleki eğitim ise tek çaremizdir.