Saat gecenin bir yarısı… Beni bu saatte üstelik gözyaşlarıyla bilgisayar başına oturtan neden ise Türkiye’nin gerçeğinin maalesef tek bir bünyede, en acı şekilde toplandığını gördüğüm haber. Biri iki biri dört yaşında iki masum bebek, hem masum hem de öz babaları tarafından öldürülmüş, kendi çocukluğunda nasıl travmalar yaşadığını düşünüp öfkelenemediğim katil ve artık ölü bir baba, geride kalan nefes alan ama yaşamayan bir anne… Sevgisizlikten, sevgiyi bulduğunu sanarak evlendiği adam tarafından öldürüldü hayatında tattığı ilk gerçek sevgi. En dürüstü, en temizi, en karşılıksızı üstelik… Senaryo çok tanıdık. Erken yaşta severek evlenen bir kız, evlendikten sonra başlayan şiddet, evliliği düzeltmek amacıyla yapılan çocuk, devam eden şiddet ve ikinci çocuk ve devam eden şiddet… Boşanma davası, vazgeçme, bıçaklanma, tekrar boşanma davası, uzaklaştırma kararı ama uzaklaştıramama… Ve sonuç mahkeme kararıyla babanın çocuklarını haftada bir gün görmesi, annenin babalarını görsünler diye çocuklarını düşünerek buna izin vermesi ve o görüşmelerden birinde de o babanın çocuklarını öldürdüğünü anneye telefonla haber vermesi. Yani kadınlar artık sadece şiddet görerek, tecavüz edilerek, hakaret edilerek acı çekmiyor, kadınlar anne taraflarından da vuruluyorlar. Çocuklar.. Ah çocuklar.. Kimse sormuyor onlara dünyaya gelmek ister misin diye. Ebeveynleri karar veriyor; çocuk istiyorum diyor, çocuk olunca düzelir belki diyor, yaşım geçmeden çocuk yapayım diyor. Çok seveceğim, çok iyi bakacağım ya da bakamayacağım çocuk yapmamalıyım demiyor kimse…. Doğduktan sonra babası kılıklı deniyor çocuğa, dövülüyor anne, çocuk tanık oluyor, çocuk da şiddete uğruyor. Bencilce dünyaya gelmesine sebep olduğumuz her biri işlenmeye hazır değerli bir taş olan o minik insanları geleceğin canavarları yapıyoruz, geleceğin kendine saygısı olmayan bireyleri yapıyoruz, her birini geleceksiz hale getiriyor ve son örnekte de öldürüyoruz. Yaşama hakkına bile saygı duymadığımız masumlar getiriyoruz dünyaya. Annenin bir televizyon programında söylediği sözler üzerinden gitmek istiyorum. Hepsi hepimizin bildiği şeyler ama ifadesi YETER diyor. Yeter. Bu kadar bilinirken bu kadar çokken daha fazlası olmasın… Hepsi tek tek acı gerçekleri, ne yazık ki gerçekleri ifade ediyor, çözümsüz gerçekleri, her seferinde üç maymunu oynadığımız acıları. Hepsi eksiksiz yasalarımızı ve asla tam olmayan uygulamalarımızı gösteriyor. Herkes olduktan sonra yakınıyor, kimse önlemiyor, önlemeye çalışmıyor ve bir annenin belli ki çok düşünerek ve severek koyduğu isimler gidiyor toprağa; Elif Mina ve Miray Hira…
İki gün sonra hepiniz unutacaksınız bunları.. Başka bir acıyla devam edecek çünkü…
Ben altı yıl boyunca şiddet gördüm, hepsine gittim herkese gittim, kimseye sesimi duyuramadım. Sesimin daha iyi olduğu zamanda bile duyuramadım.
Benim iki tane masum meleğim gitti, ben yıkadım onları, kefenledim, tek tek.
Namazını kıldım en ön sırada, elli tane erkeğe bedelim ben.
Çocuklarımı koruyamadım, kollayamadım onları.
Keşke hiçbir şeyim olmasaydı tek halının üzerinde çocuklarıma tekrar bakabilseydim.
Kızlarınızı sevin, sevin kızlarınızı. Başkalarından sevgi bulmasınlar, ilk gördüğü erkeğe gitmesinler. 13 yaşındaki çocuk evleniyor, çocuk yahu bu.
Bir kızla bir erkek görüşemez, arkadaş olamaz ayıp çünkü. Neresi ayıp yahu! Sizin erkek çocuğunuz yok mu, sizin çocuklarınız yok mu!
Şiddete uğradığımda bazen aileme geri dönmek istedim, bazen yürütmek istedim.
İkinci kızıma hamile kaldım. Bu durumlarda şey düşünülüyor, çok saçma ama, biliyorum çok saçma, belki çocuk olur da düzelir.
Çünkü bir genç kızın evlendikten sonra ailesine dönmesi çok zor. Etraftan da ayıplanıyor, hepiniz ayıplıyorsunuz, dul diyorsunuz sonra, dul diyorlar, evlenip boşanana dul diyorlar. Boşanmak ayıp mı yahu?? Dayak mı yesin, devam mı etsin, kurtulmasın mı?
Herkese kızgınım ama herkese, hepinize kızgınım, bunun önüne geçilebilirdi, benim evlatlarım şu an yaşıyor olabilirdi,
Cümle cümle haklı, kelime kelime, harf harf, acı acı haklı… İki gün sonra unutulacak, unutacağız, unutacağım, yenisi gelecek onu da unutacağız. Acıdan sesi gittiğinde duyacağız hepsini, vah vah diyeceğiz, yapsaydık diyeceğiz, ama yasalar böyle diyeceğiz, hasta ruhlu insanları tedavi etmeyip vahlayacağız sürekli. Bir annenin okulunu hayal ettiği, ben çektim o çekmeyecek, güçlü olacak diye hayallerini kurduğu iki meleği elinden alınacak o annenin çocuklarının cesetlerini yıkadığını, kefenlediğini dinleyeceğiz haberlerde.. Bir insanın kalbi ağrır mı diye soruyor, ağrır, ağrıyor, ağrıttı. Ve biz kadınlar güçlü olduğumuzu ifade ederken bile kadın gibi kadınım diyemiyoruz, en güçlümüz bile. İki çocuğunu toprağa vermiş o güçlü kadın bile elli tane erkeğe bedelim diyor, bilinçaltı hala güçlü olmanın erkeklikle alakalı olduğunu vuruyor dışa. Çocuklarını geri istiyor umutsuzca, onları verin ben yoksulluğa da razıyım diyor, hepsi olabilecekken buna razı ediyor çocuklarının yokluğu onu. Kızlarınızı sevin diyor, ben sevilmedim, kendi kızlarımı sevdim ama onları da elimden aldılar. Ayıp değil diyor kızla erkeğin görüşmesi, biliyor ayıp denen şeyin daha cazip geldiğini. Biliyor sevgisizlikten hata yaptığını, sevin diyor bu yüzden ve ayıp değil diyor kızla erkeğin arkadaş olması.. Yürümeyi bile yavaş yavaş öğrenirken sosyal ilişkileri nasıl öğrenecek bu kız? Peki ya erkek… Kızı bu kadar geri çekip erkeği bu kadar talepkar yapınca ne oluyor? Evlenince beğenilmiyor kız, kendince daha iyilerini gördü erkek ve daha da görmeye hakkı var. Evdeki ona hizmet edecek, çocuk yapacak, sorun çıkarmayacak. Çıkarırsa ne olur? Dayak yer, öldürülür, çocukları elinden alınır ama yaşar ya da çocukları öldürülür. Söylenecek daha çok şey var, yapılacak, yazılacak daha çok şey var ama güç yok.. Parmaklarımın ucuna kadar buz gibiyim, kalbim ağrıyor, masumlarımı tanımadan özlüyorum…
DİLEK YARDIM! SEN KADIN GİBİ KADIN, ANNE GİBİ ANNESİN VE GÜCÜN ACIN KADAR BÜYÜK…
Haklısınız maalesef ülkemizde bu hadiseler bitmek bilmiyor… Ne diyim Allah sonumuzu hayretsin.