Çok sevdiğim yazar Leo Buscaglia’nın “Yaşamak, Sevmek ve Öğrenmek” kitabına dem vurarak başlayalım. Yazar sevgi dersleri vererek yüreklerine dokunduğu öğrencileri anlattığı kitabında kalbimizi ısıtan birkaç cümle yazıyor:
“Çocuklara ilk öğretmemiz gereken şeylerden birisi, her insanın kutsal bir varlık olduğudur. Ama buna önce kendimiz inanmazsak öğretemeyiz. Bir dinleyici kitlesine baktığımda ya da çeşitli insanlarla tanıştığımda, karşılaştığım altın madeni bende korkuyla karışık bir saygı uyandırır. Şu anda size bakarken gördüğüm bu olağanüstü yüzler, pırıl pırıl gözler, kızıl saçlar, sarı saçlar, kahverengi saçlar, saçsız başlar, hepsi hayranlık uyandırıyor bende. Hiçbirinizin birbirinize benzemediğinizi düşünmek bile saygı uyandırıyor. Bunu çocuklarımıza, bireyselliklerini yitirmeden çok önce anlatmalıyız.
Çocukları neden yaşamdan korkutuyoruz?
Bence de hepimizin kendine sorması gereken soru burada geliyor. Birlikte düşünelim, “Yaşamdan neden korkuyoruz? Neden etrafımızdakileri de korkutuyoruz?” Gelin üzerimizdeki tüm ağırlıkları, yükleri bir kenara alalım. Öğretim kazanımları, müfredat içerikleri, hedefler, ölçme değerlendirme yöntemleri, materyal geliştirme, yetiştim, yetişmedim, evraklar ve dosyalar hazırlanmadı derken karşımızdaki minik kalplerin gözlerindeki merak duygusunu kaçırmayalım. Birlikte yaşamanın, okulun, öğrenmenin ve meraklarının farkına vararak, birer mücevher toplayıcısı olalım. Onları yaşamanın o tatlı huzuruna biz taşıyalım.
2017 yılından bu yana yenilenen, revize edilen, üzerine sık sık düşünülen bir eğitim programına sahibiz, yapılan çalışmalar da gösteriyor ki müfredatımız oldukça gelişti ve hala da gelişmeye devam ediyor. Müfredat dediğimiz alan bize öğretim sınırları oluşturur lakin, eğitim boyutunu biz eğitimciler, veya kimi kaynağa göre öğreticiler, tüm benliğimizle, karakterimizle, bizi biz yapan değerlerimizle, inançlarımızla, en derin duygularımızla yürütür ve organize ederiz. Yürüttüğümüz bu süreç bize yıllar sonra nitelikli vatandaşlar olarak milli değerler olarak geri döner.
Basit düşündüğümüz her alanın farkına varmalı ve öğrenmeyle, merakla, ilgiyle ve en önemlisi de sevgiyle zamanımızı doldurmalıyız. Sosyal medyada ve birçok çeşitli mecrada öğretmenleri ve öğrencilerini görüyoruz. Bu bahsettiğimiz şey arkadaş olmak değil veya sosyal bir paylaşım gönderisi değil, sevgi beraberinde ilişkilerdeki rol karmaşasını getirmez. Bahsettiğimiz şey her alanda ve her koşulda onları sevebileceğimize inanacakları ortamları oluşturmak. Hata yapsan da buradayım sevgili çocuğum diyebilmek, düşsen de buradayım… Eğitimci rolünü üstlendiğimiz omuzlarımızda anne baba rollerinin de üzerinde bir kimliğe bürünüyoruz diye düşünüyorum. Aynı anda bu kadar çocuğa aynı sevgiyi, aynı özeni ve aynı ilgiyi gösteren birer süper kahramana dönüşüyoruz.
Bizler böyle süper kahramanlar olarak çocuklarımızın gözlerinin içine bakmayı, eksik yanlarını tamamlamayı, okul sınırlarında benlikten sıyrılıp biz olmayı unutmayalım. Takın pembe gözlükleri gözlerinize öğretmenlerim, dünyanın seyrini değiştirecek olan kişiler biziz, sizlersiniz. Ektiğimiz sevgi tohumları büyüyüp kendi fidanlıklarını kurduklarında “Bir öğretmenim vardı, yaşamaktan korkmazdı ben de onun izinden gittim.” diyebilsinler.
Yaşamaktan, sevmekten, öğrenmekten korkmayalım…
Sevgilerimle