‘İşleyen demir ışıldar’ gibi güzel, anlamlı atasözlerimiz, sözlerimiz var bizim. ‘Nerede hareket orada bereket’ der büyüklerimiz. Doğar büyür ve ölür insanlar… Doğa da sürekli bir devinim içerisindedir. Bir nokta koyarsın kâğıda. Elindeki kalemi etrafında hareket ettirdikçe o nokta büyür bir şekle ya da resme dönüşür. Bir tohum atarsın toprağın altına doğanın kendi hareketleri, tohumun kendi hareketleri, insanların o tohuma dışardan gösterdiği hareketler ile o tohum tamamlar toprak altındaki sürecini ve dışarıya doğru hareketlenmeye başlar artık. Bir bebek ana rahminde oluşmaya başlar ve o andan itibaren rahimde, plasentasının içerisinde hareketlenmeye başlar. Doğum anında doğum kanalından çıkabilmek için dener her yolu… Hareketlerinin yeterliliği, annesinin, ebenin , doktorun yardımlarıyla dışarı çıkarır kendisini. Artık daha özgürdür bebeğimiz. Tohum dışarıya doğru filizlenmeye başlamıştır. Eller ayaklar sonra baş zamanla tüm beden hareketlenmeye başlar. Hem tanır hem gelişir… Emekler, yürür, koşar, zıplar, atlar, tırmanır, yakalar, fırlatır, yuvarlanır, keser, takla atar… Zamanla gelişim sırası ve gelişim hızına göre daha birçok fiziksel eylemi kazanır ve gerçekleştirmeye başlar. Hareket hareketi doğurur…
Ama biz ne yapıyoruz biliyor musunuz ? ‘Çocuğuummmm otur yerine, kalkma, atma, zıplama, bu çizgiden dışarı çıkma, dur, yavaş, dikkat et…’ Daha bir sürü çocuğumuzun hareketlerini kısıtlayacak uyarıcı kelimeler… Filizlenmeye başlayan tohumumuzu daha yayılmasın diye iple bir yere bağlarız ya hani. Çocuğumuza da aynısını yapmaya başlarız. Köreltiriz kısıtlamalarımızla… Çekmeceleri bağlarız açmasın diye, kapıları kilitleriz tek odada kalsın diye, hele de kış mevsiminde kat kat giydiririz biz bile rahat hareket edemezken onca kıyafetle. Dağıtma ortalığı, elleme onu, yapma düşeceksin… bitmiyor uyarılar bitmiyor ! Ve sonra çok hareket etmesin diye tabletler, telefonlar, televizyonlar çıkıveriyor ortaya. Kas gelişimlerini köreltiyoruz. Fiziksel hareketleri kısıtlarken aslında zihinsel gelişimlerini de olumsuz etkiliyoruz. Çok basit bir örnek vermek gerekirse mesela yakalama ve atma hareketi. Kolumuzu kaç derece ile hareket ettirip ne hızda hareket ettirdiğimizi zihnimiz arka planda kendi kendine hesap yapıyor. Ne kadar hızla gelecek, ellerimizi ne kadar açmalıyız, ne kadar yakınlaşmalı ya da ne kadar uzaklaşmalıyız ki öyle tutalım fırlatılan nesneyi. Ne kadar çok hareket edersek o kadar gelişiyor kaslarimiz, zihnimiz. Eski toprak derler ya hani her işi yapanlara, bizler hangi topraktanız acaba? İki kilogram olan poşeti taşıyamayan, ip atlamaya korkan, kalem tutarken zorluk yaşamaya doğru ilerleyen nesil olarak biz hangi topraktanız ? Hiçbir topraktan değiliz sanırım çünkü doğa yok hayatımızda su yok, toprak yok, hayvan yok, doğallık yok… Bizler ve bizden sonrakiler eğitimleşme hırsına ve şehirleşme hırsına mahkûm edilen teknolojik beton çocuklarıyız…
Unutmayın evlerimiz her daim süslü kalabilir, kıyafetler tertemiz her yaşta giyilebilir, tablet telefondan sürekli iş görülecek zaten… Ama hareket içeren sokak oyunları yaş ilerledikçe azalıp gidecek hayatımızdan bırakın hareket etsinler, oynasınlar, kirlensinler, düşsünler her şeyden önce bırakın kendi kendilerine hareket edip deneyimlesinler, üretsinler… Nerede hareket orada bereket unutmayın ! Bırakın tohumdan ağaç olsun, bebekten üreten insan olsun… Her ikisi de meyve versin etraf bereketlensin.