Tarih kitaplarında 100 yıl sonra “Gazze’de soykırım yaşanırken bu katliamın şahitleri olan insanlar ve özellikle öğretmenler ne yapmış ve nasıl bir duruş göstermiş” diye sorulduğunda bir öğretmen olarak utanmamak için bugün soykırıma karşı onurlu bir duruş göstermek her öğretmenin üzerine düşen en önemli sorumluluktur.
İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmez isen bu nice okumaktır. Muallim ilim tahsil ettiren talim ve terbiye veren kişi demektir. Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.v.) insanlara muallim olarak gönderilmiştir. Bu yönüyle öğretmenlik bir peygamber mesleğidir. Her öğretmen gönlüne ve ruhuna girdiği çocukları etkiler. Bu etki olumlu ya da olumsuz olabilir. Fakat öğrencisini etkilemeyen hiçbir öğretmen yoktur. Bir yönüyle de öğretmen okuttuğu çocuklardan etkilenir. Bu etkinin derecesi öğretmenin ruhsal olgunluk seviyesine göre değişebilir. Fakat okuttuğu çocukların başına gelen acı ve kederden etkilenmeyen bir öğretmenin teorik olarak olmaması gerektiğini var sayabiliriz. Bunun tek istisnası öğretmenlik vasıflarından en önemlisi olan sevgi ve şefkati kalbinden çıkarıp atmış olan kişiler için söz konusu olabilir ki böyle kişilere de öğretmen denilemez. Okulda eğitim verdiği öğrencisi yere düştüğü için ağlayan bir öğretmen bu acıya duyarsız kalmaz ve kalmamalıdır. Çocukları acı çekerken keyfine bakan umursamaz bir öğretmen düşünülemez. Öğretmenlik öncelikle empati mesleğidir. Şimdi Gazze’de bir öğretmen olduğumuzu hayal edelim. İsrail terör devleti tarafından yapılan tarihin gördüğü en büyük soykırım ve katliamları canlı yayınlarla izliyoruz. Beş binden fazla çocuk acımasızca katledildi. On binden fazla kadın, yaşlı ve hasta hunharca parçalanarak öldürüldü. Okullara bombalar atıldı. Çocukların parçalanmış cesetleri etrafa saçıldı. Binlerce çocuk annesiz ve babasız kaldı. On binlerce çocuk ve her yaştan ve cinsten insan yaralı ve sakat kaldır. Binlerce insan da çocuklarını kaybetti. Ölen insanlar arasında öğretmenler, doktorlar, hemşireler, BM gönüllüleri, yardım gönüllüleri, gazeteciler vardı. Bir öğretmen olarak Gazze’de bir öğretmenin okuttuğu çocukların tamamının vahşice katledildiğini hayal ettiğimde dayanılmaz bir acı hissediyorum. İnsanlığı sükût etmemiş her bir insanın ve her bir öğretmenin bu vahşete karşı onurlu bir duruş göstermesi insanlığın ve öğretmenlik mesleğinin bir gereğidir. Çocuklar katledilirken sessiz kalınmaz. Çocuklar uyurken sessiz kalınır. Bir öğretmenin bugün Gazze’de yaşanan soykırımı öğrencilere anlatması insaniyetin bir muktezasıdır. Tarih kitaplarında 100 yıl sonra “Gazze’de soykırım yaşanırken bu katliamın şahitleri olan insanlar ve özellikle öğretmenler ne yapmış ve nasıl bir duruş göstermiş” diye sorulduğunda bir öğretmen olarak utanmamak için bugün soykırıma karşı onurlu bir duruş göstermek her öğretmenin üzerine düşen en önemli sorumluluktur. Gazze’de hayatta kalan kaç öğretmen var, bilmiyoruz. Gazze’de öğretmen olmak Dünya’nın gördüğü ve göreceği en büyük zulmü ve acıyı yaşamak demektir. Okul çağındaki çocukların acımasızca etnik temizliğe uğradığı bir şehirde öğretmen olmak dayanılması çok ağır bir imtihan demektir.
Türkiye’de yaşayan bir öğretmen olarak okuttuğum çocuklara Gazze’de yaşanan soykırımın çirkinliğini anlatmayı en büyük görev ve en onurlu vazife biliyorum. İnsanlar öldürülürken insanlık hasletlerinin ölmemesi için her öğretmen vicdanının sesini dinlemelidir. Olacağını zannetmiyorum da, bu katliama karşı gözünü kapayan ve görmezden gelen bir öğretmen varsa şayet; öncelikle aynaya baktığında kendi kendisi ile nasıl yüzleşeceğini düşünmelidir. Dünya’nın herhangi bir yerindeki bir katliama sessiz kalanlar yarın sıra kendisine geldiğinde kimden ve hangi yüzle yardım isteyecektir. Siyonist terör devletinin arz-ı mev’ud hedeflerinde Türkiye de var. Türkiye’deki her bir öğretmenin soykırım karşısında “hayır” diyerek onurlu bir duruş göstermesi insanlığın bir gereğidir. Gazze’de yaşayan bir öğretmen ile empati kurup onu anlamak o kadar zor olmasa gerektir. Dünya’da insanlar soykırıma karşı onurlu bir duruş gösterirken Türkiye’de öğretmenler de soykırımın çirkinliğini ve insanlığın güzelliğini çocuklarına anlatmalıdır. Böylece yapılacak yardım projeleri ve soykırımın çirkinliğini gösteren projelerle çocukların insani duyguları harekete geçirilebilir. Dünya çocuk hakları gününde bütün çocukların temel yaşama hakkı varken bu hakkın Gazze’de yaşayan çocukların elinden alınmasının dehşeti çocuklara ve gençlere anlatılmalıdır.
Öğretmenlik mesleğinin onuru ve haysiyeti soykırıma karşı asil bir duruş göstermemizi gerektirir. Bu duruşun yegâne gerekçesi insanlığın temel ihtiyaçları olan yaşama hakkı, eğitim alma hakkı, sağlık hizmeti alma hakkı, ilaç ve hastaneye ulaşma hakkı, elektrik, su, ekmek gibi temel ihtiyaçlara ulaşma haklarını desteklemektir. Bu duruşun itici güç kaynağı ise sevgi, saygı, merhamet, vicdan gibi temel insani değerlerdir. Bu değerler medeniyet kaynaklarımızda mevcuttur. Tarihinde soykırım yapmamış bir milletin evlatları olarak insanlık katledilirken söz söyleme hakkımız vardır. Bu sözü de en gür bir seda ile söyleyecek meslek grubu öğretmenliktir. Öğretmenler insanlığın ölmemesi için Gazze’deki çocukların ve öğretmenlerin en temel hakkı olan yaşama hakkını sınıflarında çocuklara ve gençlere anlatmalıdır. İnsanlık onuru ve haysiyeti bunu gerektirir. Soykırıma karşı duyarsız kalmanın tek bir gerekçesi olabilir; ırkçılık ve ideolojik körlükten kaynaklanan önyargılar.
Ben bir insanım, sonra bir öğretmenim. Ben bir insanım sonra bir babayım. Ben bir insanım sonra bir yazarım. Soykırım yaşanırken öğretmenler susmasın, insanlık ölmesin. İnsanlık vicdanlı öğretmenlerin omuzlarında yeniden yükselecektir.
Dr. Nadir Çomak