1. Anasayfa
  2. Değerlendirmeler

O Halde Hayatın Anlamı Sizce Nedir ?

O Halde Hayatın Anlamı Sizce Nedir ?
0

Yalom anlam ve amacın farklı çağrışımları olduğunu ifade etmektedir. ‘Anlam’ mana ya da tutarlılığa göndermede bulunur. Anlam arayışı bir ‘tutarlılık’ arayışıdır. Amaç ise hedef ve işleve göndermede bulunur. Bu farklılığa rağmen sıradan kullanımla birlikte hayatın anlamı ve amacı birbirlerinin yerine kullanılabilir ve Yalom da bu iki sözcüğü eşanlamlı kullanma yolunu tercih etmiştir.

Yaşamın anlamı ve yaşamda anlam sorunu, pek çok filozof ve düşünürün üzerinde durduğu ve açıklamaya çalıştığı “görkemli, düşünsel ve ahlaki bir konu”, “onunla baş edemeyeceğimiz kadar dehşet verici”, “ilk bakışta her birimizle derinden ilişkili olan psikolojik bir kavram” ve aynı zamanda “genel olarak üzerinde durulmayan, cevap verilmesi zor bir sorudur”.

Frankl’a göre yaşam görünürde anlamsız olduğu için umutsuzluk içinde olan insanlar vardır. Sartre’a göre ise yaşam gerçekten anlamsızdır. Her şeyin bir anda saçmalaşabileceği tehdidi ise bir varoluşsal kaygı kaynağıdır. Çünkü “İnsanın içine doğmuş bulunduğu ya da inşa ettiği değerler bir anda insanın elinin altından civa gibi kayabilir. O halde yaşadıklarımın ne anlamı var?” sorusu insanın kapısını çalabilir. Camus ise yaşamda anlam sorusunun en önemli sorun olduğunu söylerken anlam ve anlamsızlığın ilişkisini şöyle açıklar:

…yaşamın yaşanmaya değmediği düşüncesine vardıkları için ölen nice insanlar görüyorum. Çelişkili bir biçimde, kendileri için bir yaşama nedeni olan (yaşama nedeni denilen şey, aynı zamanda çok güzel bir ölme nedenidir de) düşünceler ya da düşler uğrunda ölüme giden başka insanlar görüyorum. Böylece de ivedilikle yanıtlanması gereken sorunun yaşamın anlamı olduğu yargısına varıyorum.

‘Yaşamın anlamı nedir?’ sorusu Yalom’un aktardığına göre ünlü Rus yazar Leo Tolstoy’u da rahatsız eden bir sorudur. Tolstoy bu durumu “hayat tutulması” olarak ifade ederek, yaptığı her şeyi, dolayısıyla yaşamın anlamını sorgulamıştır. Baldwin ve Wesley’in aktardığına göre de Tolstoy şu soruyu sormaktadır: “Yaşamımda, beni bekleyen ölümün yok edemeyeceği bir anlam var mı?”. Teber’e göre de psikanalizin kurucusu olan Sigmund Freud dahi “varoluşsal korkuları ve saçmalığı kendi teninde ve tininde yaşamıştır”. Camus’a göre de tek ciddi felsefi sorun yaşamın yaşanmaya değer olup olmadığıdır. Yaşamın anlamı sorusunun bütün sorular içinde en acılı soru olduğunu belirten Camus, yaşamın usa aykırı olduğunu belirtir ve bu durumun da ‘uyumsuzluk’ olduğunu vurgular. Uyumsuzluğun çözümünün ise uyumsuzluğu çözmeye çalışmakta değil, bunun bilincinde olarak yaşamaya devam etmeye dayandığını ve uyumsuzluğa rağmen yaşamanın ise uyumsuzluğu gerileteceğini belirtir.

Frankl’a göre yaşamın anlamının ne olduğu sorusu insanların sorması gereken bir soru değil, insanlara sorulan bir sorudur. Benzer şekilde Adler “Yaşamanın yararı ne? Ne veriyor bana yaşamak?” sorularını sormayı bırakıp şöyle diyecektir: “Biz kendi yaşamımıza gereken biçimi vermeliyiz”. Fromm ise “Kendiliğinden edimleri olan bireylerin, kendisini etkin ve yaratıcı bireyler olarak algıladıklarını ve yaşamın yalnızca tek bir anlamının bulunduğunu fark ettiklerini ifade eder: Yaşama ediminin kendisi”. Yalom ise “Yaşamın ne anlamı var?” sorusunun ilkel bir soru olduğunu ve saflığının bozulduğunu ileri sürerek şu açıklamayı yapar:

Geleneksel olarak sorulduğu şekliyle soru, hayatta o hastanın yerini bulamadığı bir anlam olması gerektiğini varsaymaktadır. Soru, anlam veren bir özne olarak insanoğlunun varoluşsal görünüşüyle çatışmalıdır. Daha önceden varolan bir düzen, “dışarıdaki bir amaç” yoktur. Her birimiz kendi dışarımızı yaratırken nasıl olabilir ki?

İnsanlar kendilerini ‘Yaşamın anlamı nedir?’ sorusunun muhatabı kabul etmedikleri için genel olarak ‘Yaşamın anlamı nedir?’ sorusuna kendilerini tam anlamıyla tatmin edecek bir cevap veremezler. Ancak, insanların sözleri değil de davranışları gözlemlendiğinde, her insanın kendine özgü bir yaşam amacı olduğu ve tavırları, tutumları, devinimleri, istekleri, alışkanlıkları ve karakter özelliklerinin bu anlamla uyumlu olduğu görülebilir. İnsanlar her zaman farkında olmasalar da eylemlerini bir anlamın eşliğinde ya da bir anlam için gerçekleştirirler ve yaptıklarının kendisine anlamlı gelmesine diğer bir deyişle bir ‘nedene’ yoğun şekilde gereksinim duyabilirler. İnsanların neden bir anlama gereksinim duyduğu sorusu önemli bir sorudur.

Yalom’a göre bu sorunun cevabı varoluşsal durumumuza gündelik hayatımızdaki rastlantısal uyaranlar ve durumlarla yüzleşip onları organize ettiğimiz şekilde yaklaşma ihtiyacımızda gizlidir. Kayıtsız, kalıplarımıza uymayan bir dünya ile karşılaştığımızda sıkıntı yaşarız; bir kalıp, açıklama ve varoluşsal bir anlam ararız. Dolayısıyla yaşamda anlam gereksiniminin nedenleri algısal organizasyonumuz ve eylemlerimizi dayandırdığımız bir değerler sistemine olan insani gereksinmemizdir. Sezer’e göre de “Anlamsız bir varoluş, insan bilincine aykırı olduğu için olsa gerek, insan var olduğundan bu yana kendisinin ve dünyanın varoluşuna bir anlam bulmaya çalışmaktadır”. Buradan anlam gereksiniminin varoluşsal ve insani bir nitelik olduğu anlaşılmaktadır.

Varoluşumuz ile bu kadar içkin bir konu olan anlam ve anlamsızlık durumu ile ilgili çelişkili ve paradoksal tartışmalar söz konusudur. Örneğin Camus “Yaşamın anlamsız olduğu söylenirken bile anlamlı bir şey söylendiğini” ifade ederek bu konudaki paradoksa dikkat çekmiştir. Anlamsızlık her çeşit değer yargısını ortadan kaldırmaktır. Yaşam bir değer yargısıdır. İnsan, ölmeyi seçmediği sürece yaşamayı seçmiştir ve bu da yaşama bir değer verdiğini göstermektedir. Dünyamızın, ya bütün kendi gürültülerini aşan bir anlamı vardır ya da bu anlamın gürültü patırtıdan başka hiçbir gerçekliği yoktur.

Frankl’a göre yaşama ilişkin anlam “Sadece kişinin kendisi tarafından bulunabilir oluşuyla ve böyle olması gereğiyle, eşsiz ve özel bir yapı içerir”. Dolayısıyla Frankl, yaşam anlamı kavramını öznel boyutta ele alır. Bu çerçevede herkes için geçerli evrensel bir yaşam anlamının olamayacağını, her birey için yaşamın anlamının farklı olduğunu belirtir. Adler’e göre de insanlar gerçeği salt bir gerçek olarak değil daha önceden başkaları tarafından yorumlanmış bir gerçek olarak algılarlar. Bundan dolayı her insan için ayrı bir yaşam anlamı var olabilir. Adler, bireyden bireye değişen anlamlar söz konusu olmakla birlikte bir anlama sahip olmadan yaşayabilen hiç kimsenin olmadığını ifade etmektedir.

Diğer yandan yaşamın anlamı sorunu, sadece tek tek bireyleri değil bütün toplumu meşgul edebilecek kadar geniş bir sorun olabilir. Yaşamda anlamsızlık duygusunun sosyojenik kökenine ve yaygınlığına işaret eden Frankl ve dönemin Avusturya Başbakanı Bruno Kreisky’nin söyledikleri örtüşmektedir: “Bugünün en önemli ve acil sorunu toplumumuzun anlamsızlık duygusudur”. Eagleton’a göre de modern çağ öncesi insanlarının gündemlerinin yaşamın anlamı ile dolu olmaması toplumsal durumlarının daha az karmaşık olmasındandır. Din, mitoloji, ataların yaptıkları ya da kökleşmiş gelenekler neyin önemli olduğunu insanlara gösteriyorduGeçmişte insanların kendi hayatlarının anlamını ve değerini sorarken geleneksel olarak başvurduğu alanlar din, kültür ve cinsellikti. Yaşamak için bunlardan daha uygun temel sebepler bulmak zordu. Frankl’a göre anlamsızlık duygusu ve varoluşsal boşluk kitle nevrozu olarak adlandırılabilecek kadar yaygınlaşabilme özelliğine sahiptir. Yaşamda anlamsızlık bunalımının günümüzde neden bu kadar çok arttığına ilişkin Geçtan’ın görüşleri ise şöyledir:

…endüstrileşmiş toplumlarda, çalışmak da yaşama anlam katmada yeterli olmayabilmektedir. Çünkü orada, ne doğa ile ilişkiyi içeren bir çabanın, ne de kişisel yaratıcılığa yönelik zanaatın yeri vardır. Artık giderek artan sayıda insan, dev bürokratik sistemlere hizmet vermekten öte bir anlamı olmayan ve bireysel yaratıcılığın kabul edilmediği ya da denetlendiği işler yapma durumunda kalmıştır. Anlamsızlıkla yüzleşmek, refah ve bunun getirdiği zamanla da oldukça ilintilidir. Zaman, beraberinde getirdiği özgürlükten ötürü birçok insan için sorun yaratmaktadır.

May’e göre yaşadığımız çağ bir uyma (conformity) çağıdır. İnsan bu çağda inatçı, isyankâr ve intikamcı olmayan bir biçimde kendi inanç ve doğruları doğrultusunda yaşabilmelidir. İnsan sadece inancı o yönde olduğu için cesur davranmalı ve davranışları ile ‘’Bu benim, bu benim varoluşum’’ demeli ve kendi kimliğini kendi gayreti ile yaşamalıdır. Anlamlı bir yaşam sürmenin yolu anne babanın ya da toplumun yanlış standartları, baskıları ve ölüm tehdidi karşısında dahi kendi “dasein”ımızı ortaya koymak ve onaylamaktır.

Sonuç olarak günümüz insanının anlamsızlık duyguları, içinde bulunduğu çağın gelişmeleri ile de ilişkilidir. İnsanlar, üretim ilişkilerinin değişmesi, yabancılaşma ve toplumsal gerçekleri gördükleri halde yaşamı değiştirmede güçsüz kaldıklarını gördüklerinde kendi yaşamlarının da anlamsız olduğunu düşünmektedirler. Dolayısıyla anlamsızlık duygularının altında bu gerçekliklerin de yattığı göz ardı edilmemelidir.

Facebook Yorumları

Sosyolog🌏💻Rehber Öğretmen📚 Aile Danışmanı , Kurum Müdürü. Eğitime dair her şey . Defaatle ...

Yazarın Profili
İlginizi Çekebilir

Yorumunuz

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.