Elbette bir fikir, doğumuna eşlik eden olayları taşıyan yüzyıllar içinde bir adım öteye gidebilmek için zihinlerde yer etmenin yollarını arar. Belki de sorun, bu fikirler politik ideallere dönüştüklerinde hitap ettikleri topluluklarda değişim için zihinlerin, bedenlerin ve ruhların hazır hale gelememesinde.
O halde toplumun ideaya bakışı ve ideanın topluma sunumu arasında bir dengeye ulaşamamak aşılması gereken en temel sorun. Belki de odak insan olunca idea sunumunu yapanın da bir insan olduğu göz ardı edilmemek zorundadır. Ancak bunun tersi de doğru bir yaklaşım olabilir. İdeayı ortaya koyan insanla, üzerinden yorum yapılan insanında birey olma yolundaki özelliklerinden doğan farklılıktan dolayı, fikrin doğumundan ileriye gidişinde zaman sorunsalı gündeme gelir. Bu sorun aslında insanoğlu için en gerçek öğrenmeyi sağlayan adrestir.
Aslında yapılacak olan bu süreç içinde yaşanacak olan acıları en aza indirgemek için adım atmaktır. İnsan belki de dış öğrenmeden ziyade kendinden öğrenecektir. Bu ise insan ömrünün zamana atfettiği öneme bakınca neredeyse bir yüzyıla denk gelir. Ve bunu nesilden nesile aktarım temelinde düşünürsek, işte o zaman bazen bu zaman sorunsalı daha yanıltıcı sonuçlar ortaya çıkarabilir. Eğer kişi öğrenmeyi kendinde başaramazsa kendinden sonrakine de bırakacağı şey sınırlılıklar olacaktır.
Ancak bu sınırları aşmayı hatırlayan insan bunu ötekine de bir ölçüde aktarabilir. Zamana damgasını vuran liderler, filozoflar bu konuda bize kazanımlar sağlasa da bunu birey düzeyinde gerçekleştiremeyen kişiler, inanç boyutunun ötesine geçip süreci akla dayandırarak kendilerindeki uyanışı sağlayamaz. Bu açıdan bakıldığında aydınlanma felsefesi ile akla ithaf edilen sürecin inanç boyutundan kurtarılmaya çalışılması ile zihinlerin sürüklendiği girdap çeşitliliğe rağmen eğitimi tek yönlü akıştan kurtaramayabilir. Aslında temelde bireyselleşmeyi sağlayamayan bir topluluğun toplum olabilmesi çok mümkün gözükmemektedir. Çünkü kendine ulaşmayı başaramayan bir kişinin diğerine ulaşma çabası, bazen körü körüne bir bağlılık, bazen de körü körüne bir karşı çıkışa meydan vermektedir.
Özellikle eğitimde hala kurtulamadığımız dikte etme anlayışına dönüşen öğretmenlikte aydınlanmayla bağlantılı bireycilik anlayışının yanlış kullanılmasına yol açmaktadır. Bu şekilde dönüşemeyen bireylerin de toplum olmanın gereklilikleri konusunda taşıması gereken özgürlüklere sahip olamayacağı açıktır. Bu noktadan bakıldığında açık bir sistem olması gereken eğitim sistemi girdilerini çıktılarını iyi yönetmek zorundadır. Ancak baktığımızda bugün akıl ve inanç boyutuyla insan yeterince kendini tanımaktan uzak kalmaktadır.
Çıktılar ise farklılıklardan kurulu bireycilik yaklaşımının sindirildiği bir toplum anlayışından uzaktır. Bu haliyle aydınlanma zihinlerde akıl ve inanç arasına sıkışıp kaldığından kişilerde bu bağlamda bir uyanışın gerçekleşmesi zaman almaktadır. Eğitim sistemi ve yöneticilerin bu anlamda dikte etme anlayışı yerine farklılıkları sindirerek yeni toplumların oluşmasına olanak tanıyacak yeni anlayışlara ihtiyaç vardır. Elbette bu konuda en büyük pay da aydınlanma için öğretmenlerdedir.
Gerek sınıf yönetimi ve gerekse de eğitimde lider olma yönüyle öğretmenler bu konudaki blokları kaldırma da en büyük rolü üstlenmektedirler. Çünkü kendine lider olmayı öğrenen bireyler karşılarına gelen toplulukları da kendine lider anlayışı ile yetiştireceklerdir. Böylece açık bir sistem olan eğitim ekolojik döngü gibi döngüsel işlevini koruyabilecek ve dönüşüme açık olan bireylere yön verecektir. Böylelikle bireylerin sisteme getirdikleri, sistem içinde bireysel farkındalıklara dönüştürülerek kendini gerçekleştiren bireylerin topluluğuna dönüşecektir. Kendini gerçekleştiren bireyler ise farklılıklarını doğru kanallardan dönüştürebilirler. Böylelikle milli ve manevi değerlerini kendiyle özdeşleştiren birey küresel ölçekte değerler sistemiyle buluşacaktır. Sonrasında küresel düzlemde bir aydınlanma ile de evrendeki yerini sorgulamaya başlayacak olan bireyler ortak aklın uyanmasına aracılık edecektir.