Düşündüğünü söyleyen, söylediğini düşünenler, yukarıdaki başlığa bakıp söylenmeyin bana. O söz; düşündüğünü söyleyemeyen, söylediğini düşünemeyenler içindir.
Bir gün ırmağın kıyısına oturmuş suyun akışını seyrediyordum. Duru ve akıcı görünüşüne içimden ‘Ne kadar güzel. İnsanı rahatlatıyor.’ diye düşündüm. Birden gözüme az ilerideki pisliklerle örülmüş, durgun yeri fark ettim. Demek ki her yer aynı değilmiş. İşte bizim yaşamımızda kimi yerler durgun, kimi yerler ise duru mu acaba? Yaşam ırmağımız bazen öyle hızlı akar ki anlatmaya sözcükler yetmez. Yaşam durmuyor, ırmak gibi akıp gidiyor. Bence yaşam, her gün yeniden keşfedilmesi gereken bir bulmacadır. Bilemiyorum sizce nasıl geliyor? Yeni şeylerle karşılaştıkça zihnime sorular sorarak, araştırma yaparak, zinde kalmasına çalışıyorum beynimin. Haa! Arada bir bilgisayar kilitlenmesi gibi ‘ZONK’ durduğu anlarda olmuyor değil. Eee,o kadar da olacak değil mi ya. Siz hiç hayatınızda öyle anlar yaşamadınız mı?
Bir gün boyunca kendinizi inceleyin. Hayatta neler yapmak istediniz? Neler yapabildiniz? Bugün yeni ne öğrendik? Gibi birçok soru oluşturup çoğaltabilirsiniz. Bu çalışmalarınızı engellemek isteyenler olacaktır. Kıskananlar olacaktır. Zaman zaman size çelme takıp düşürmek isteyen insanlar olacaktır. Bunlar dünde vardı, bugünde var, yarında olacaktır.
Sen de çürümüş beyinli insanlar topluluğuna katılma. Genç, çalışkan, kararlı, üretken, tutarlı ve düzeyli insanlar topluluğunda ol. H. Keller’in bir sözü aklıma geldi; ‘Hayat, ya cesaretli bir serüven ya da koskoca bir hiçtir.’ Ne güzel demiş. İşte sizde hayat tercihinizi ona göre yapacaksınız. Ya oturup tüketici biri hiç olacaksınız. Ya da üretken olup adam gibi adam olarak yaşayacaksınız hayatınızı. Tercih ve son karar sizin.
Ne alırsak bir süre sonra eskiyor. Acaba beynimiz, zihnimiz de zamanla yıpranıp eskiyor mu? Çoğumuzun beyni yaşarken ölür? Bedenler zamanı gelince ölür de zihinler neden yaşarken ölür? Hiç düşündünüz mü? Zihin ölmesi yalnızca yaşlılarda mı oluyor sanıyorsanız. Yanılıyorsunuz. Şöyle bir düşünün; sert bir bakışın, davranışların, sınavda başarısızlık korkusu, ana-baba korkusunun beynimizi nasıl körelttiğini görebiliyor muyuz acaba. Zekâmızın parıltısının kaybolmasının başka bir nedeni de başkalarına özenmektir. Örneğin tv’de gördüğü sanatçıların davranış ve seslerini taklit etmek, onun yaşamına özenmek gibi…
Yaşarken çürüyen genç beyinler yok mu sizce? Bizler, çevremizde birçok olaya duyarsız insanlarla kuşatılmış, kısır döngü bir dünyada yaşamıyor muyuz? Bazen acı eleştirilerle birbirimizi kırmıyor muyuz?
Çevremize baktığımızda, bazı şeylerin yozlaşıp yabancılaştığını fark edebiliyor muyuz?
Ne garip çelişkiler var çevremizde değil mi? Aslında çifte standartlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz.
Zaman içinde çürüyen zihinler, kokuşmuş beyinler türemiyor mu? Hasta düşüncelere, kokuşmuş bozulmalara, önyargılı insanlara, toplumsal çürümeye çanak tutan ellere neşter vurmak lazım. Yoksa kanayan yara KANGRENE dönüşür. İşin içinden çıkılamaz ve kaçınılmaz sona götürür. Unutmayalım ki geç kalınmış bir uygulama; sele kapılmış bir insanın, sele karşı çırpınışı gibi çoğu zaman sonuçsuz kalır.
Komşu komşuyu tanımazsa, arkadaş arkadaşa güvenmezse, insan insana saygı duymazsa; nice olur bu işin sonu. Durun ve düşünün; geçmişi ve bugünü. Bir şeyler değişiyor. Teknoloji hızla gelişiyor. İnsan ilişkileri ise o derece zayıflıyor. Ne yazık ki birbirimizden kopuyoruz. Acı ama gerçek. Bizler toplumsal çürümenin bireyden başladığını göremiyoruz. Bir tahtakurusunun tahtanın içini yavaş yavaş oyması gibi; toplumsal değerlerin zaman içinde değişmesi sonucu, geleceğimizi nasıl görebiliriz acaba? Artık bir gün sonrasını tahmin edemiyorum.
Ne yapabiliriz? Düşündürücü bir soru. Düşünmeye yöneltmek bile kendince çözümler üretmeye başlar. Bu bir beyin fırtınasına dönüşür. ‘Çözümde görev almayanlar, problemin bir parçası olurlar.’ Goethe.
Masallarla ninnilerle büyürsek; hayatı da masal dünyasında görürüz. Birde bakarız ki hiçte masallardaki gibi değil hayat. Hayal kırıklığı yaşarız. Gerçekler bir tokat gibi yüzümüze yapışır.
Cengiz ÇETİK