Türk Dil Kurumu’na göre; Tarih, “Geçmiş zamanlarda yaşamış olan ünlü şahsiyetler ve uygarlıklar hakkında detaylı araştırmalar yapan bilimdir.” Tarihin konusu ise, insanların zaman içinde yapmış olduğu faaliyetler, yaşanmış doğa olayları, değişim yaratan olaylar ve bunlara bağlı oluşan durumlardır. Bu durumlar insanı doğrudan etkilediği için tarihin konusunu oluşturmuştur. Yani kısacası, tarihin konusunun ana unsuru insandır. (Milliyet)
Eğitim, insan hayatını oluşturan en önemli unsurlardan biri olduğu için tarihin en önemli konularından birini oluşturur. Bu sebeple üniversitelerimizin eğitim fakültelerinde “Eğitim Tarihi ve Türk Eğitimi Tarihi” adıyla lisans düzeyinde seçmeli ve zorunlu ders olarak okutulmaktadır. Bu sayede öğretmen adayları, eğitimin geçmişini anlayarak mevcut sorunları tarihsel bakışla değerlendirerek geleceğe dair daha faydalı öneriler geliştirebileceği düşünülmüştür.
Eğitim tarihini ilgililerin dert edip incelemeleri, kayıt altına alıp literatüre katmaları bu sebeple önemlidir. Eğitim alanındaki gelişmeleri bir kısım etkili ve yetkili insanlar gerçekleştirdiğine göre emeği geçenlerden seçilmiş insanların meslek hayatında yaptıkları incelendiğinde eğitim tarihini aydınlatacak bilgilere de ulaşılmış olacaktır. Gazete haberleri, resmi yazışmalar, okul bilgilendirme dosyaları, günlükleri ve tarihçeleri yanında özellikle internetin yaygınlaştığı son yıllarda paylaşılanlar eğitim tarihi açısından önemli bilgiler sunabilir.
Eğitim tarihi açısından ülkemizde neler yaşanmış olduğu konusunda bir çalışma yapmaya başlarsanız; tarihe iz bırakmış, not düşmüş ve hatırlanması gereken çalışmalar yapmış kişilerin vefatı sonrasında bu bilgilere ulaşmanın çok zor olduğunu görürsünüz. Bu konuda “Cumhuriyet Döneminde Mesleki ve Teknik Eğitimde İz Bırakan Eğitimciler” adıyla oniki arkadaşıyla bir çalışma yapmış ve kitap olarak yayınlamış olan Prof. Dr. Hıfzı DOĞAN yeterli kaynaklara ulaşmaktaki sıkıntıyı belirtmiştir. Bunu da iş yapanları, onları tanıyanları yaptıklarını yazıp paylaşmama konusunda maalesef toplumumuzun geride kaynak bırakmak gibi bir kültür geliştirememiş olması sebep olmaktadır.
Bu kitap; “mesleki ve teknik eğitim tarihsel gelişim süreci, Atatürk dönemi eğitim anlayışı ve sonrası, iz bırakan oniki eğitimci hakkında bölüm yazarlarının paylaşımları” oluşmaktadır. Mehmet Rüştü UZEL, Ayşe Sıdıka EGE, Sıtkı LALİK, Ali ALEV, Fatma Refia ÖVÜÇ, Aliye Temuçin COŞKUN, F. Nebile Bakırcı TİLEV, Avram BENAROYA, Antony Robert LANZA, Ali Raşit TUNCA, Necip DEMİR ve Muzaffer TURLA olmak üzere bugün hayatta olmayan eğitim emektarlarının yaptıkları onları tanıyanlarca anlatılmıştır. Aşağıda kitapta yer alan dikkat çekici bölümler özetlenmeye çalışılmıştır.
Osmanlı’nın son dönemlerinde önceleri yerel yönetimler tarafından yürütülen mesleki eğitim, Cumhuriyetin kuruluşuyla merkezi otorite arasında dengeli bir yapı kurulmaya çalışıldığı, 1940’lı yıllardan başlayarak 1970’lerin ortalarına kadar merkezi otoritenin güçlenip kararları aldığı ve okula dayalı mesleki eğitim sisteminin güçlendiği görülmektedir. 1980’li yıllardan sonra okul-işletme işbirliğinin ve merkezi otoriteyle iş hayatı arasında iletişimin arttığı görülmektedir.
İstihdam kapısı olarak devlet memuru yetiştiren bir eğitim sisteminden; tasarlayan ve üreten bir genç nesil yetiştirilmesi için zihinsel olarak değişiklikler yapılmış, meslek okullarına ulusal düzeyde sahip çıkılmış, öğretmen yetiştirilmesi ve ulusal bir eğitim planı hazırlanmaya çalışılmıştır. İlk elli yılda iş hayatı, ağırlıklı olarak yabancıların ve gayrimüslimlerin elindeymiş. Bu sebeple ekonomik hayatın dışında kalan Türk ailelerin çocuklarını bir meslek sahibi yapmak gibi planları olmamış. Okuyabilenler, mal ve hizmet üretenlere gerekli değeri göstermemişler. İlkokullar da öğrencileri mesleki eğitime yönlendirmekten uzak kalmışlar.
Bunu bilen ve gören Atatürk, Milli Eğitim Bakanına; “Türk çocuklarının kafalarına müspet ilmin ve maddi teknik kavramların yalnız teorik olarak değil, uygulamaya dönük araçlarla verilmesi gerekir” demiştir. 1922–24 yıllarında MEB olan İsmail Safa ÖZLER; “bugün birçok gelişmiş ülkede olduğu gibi teknolojiyi genel kültürün bir parçası olarak algılayarak, ortaokulların yanında atölye ve uygulama odaları olmalıdır. Genel liseler de gençleri hem mesleki ve hem de akademik ve kültürel yönden eğitmelidir diyerek kuram ve uygulamanın eşdeğer olduğunu ifade etmiştir.
1924’te ortaokul kademesi programında yer alan iktisat, hukuk, fen tarihi gibi dersler kaldırılarak işe yarar bilgi ve beceri kazandırma amacı ile ev idaresi, atölye ve laboratuvar dersleri konmuştur. Yaşamla ilişki kurulmasına, okulda öğrenilenlerin günlük yaşamda pratik amaçlarda kullanılmasına önem verilmiş.
O dönemlerde yurtdışından gelen birçok uzmandan biri olan Alman KÜHNE, “ilkokul öğretmenlerinin öğrencileri mesleki eğitime doğru bilinçli olarak yönlendirmelerinin önemini”, Belçikalı Uzman BUYSE ise “bu asırda teori ancak uygulamayı aydınlatmak için öğrenilir ve kullanılır. Mesleki ve teknik eğitim (MTE) yönetiminde yerel sanayi ve ticaret odası temsilcilerin katılmalarını”, DEWEY de, “her sanat okulu öğrencisi, diploma almadan önce işyerinde çalışmalı ve bu çalışmalarda başarılı olanlara diploma verilmelidir” diyerek uygulamalı mesleki ve teknik eğitimi vurgulamıştır.
İsmail Hakkı BALTACIOĞLU 1927 yılındaki raporunda; “işyerlerinin ne gibi nitelik ve beceri beklediklerinin belirlenmesini ve okullarda gençlerin işletmelerin ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde yetiştirilmesini, mesleklerin gerçek işyerinde öğretilmesini” önermiştir. MEB Bakanlarından Mustafa NECATİ; “herhangi bir sanat ihtiyacını mektep değil iktisadi muhit tevhit eder. Mektep o ihtiyacı kısa bir zamanda ve en iyi bir tarzda temin için çalışır.” MEB Bakanı Esat SAGAŞ ise; “ sanat okulları illerin ekonomik, bölgesel ihtiyaçlarına göre yönetilecektir.” Burada en önemli nokta, “yerel düzeyde katılımın ve iş birliğinin devam edebilmesi için finansmanın hem merkez hem yerel otoriteler tarafından paylaşılması” ilkesinin benimsenmiş olmasıdır. İlk defa 1929 yılında devlet bütçesinden MTE için para aktarılmıştır.
1931 yılında 1867 sayılı Kanunla iller 9 bölgeye ayrılmış, her bölgeye bir erkek sanat okulu verilerek, okulların parasal desteği bu illere bırakılmıştır. Okullar da birer bölge okulu haline gelip tüm yurt çocuklarına açık duruma gelmişlerdir. 1935 yılına kadar yöresel düzeyde parasal olarak desteklendiği görülmüş. Meslek okullarının finansmanı konusunda yerel kaynakların esas alındığı, ihtiyaç durumunda devlet bütçesinden katkı yapılması benimsenmiştir. Ancak 1935 yılında 2765 sayılı yasayla meslek okullarının tüm harcamaları devlet tarafından karşılanmaya başlanmıştır.
Bu sebeple yerel yönetimlerin MTE ilgileri azalmış, meslek okullarının dinamizmi zayıflamış ve güç dengesi merkezi otoriteye kaymıştır. 1936 yılında “Mesleki Tedrisatın İnkişaf Planı” yeni açılacak okullar-programlar, planları ve makine araç listeleri, yıllık okul bütçeleri belirlenmiş olup eğitim kurumları olarak da “çıraklık, akşam sanat okulları, gezici köy kursları, orta sanat okulu, sanat okulu” açılması esas alınmıştır. 1940’lı yıllarda özellikle erkek sanat enstitülerinde okuyan öğrencilerin yaklaşık yarısı, MSB’nın burslu öğrencileriymiş.
Meslek okulları tek başlarına öğrencilerde istenilen seviyede beceri kazandırmakta zorlandığı için 1938’de kabul edilen 3423 Sayılı Kanunla meslek okullarında yapılan döner sermaye çalışmaları, her öğrencilerin becerilerini pekiştirmelerini sağlamış, hem deneyimli okulların yeni okullara ve piyasaya mal ve hizmet üretmelerini esasa bağlamıştır. Bu yasayla okullar üretime özendirilmiş ve öğrenciler gerçek bir öğrenme ortamında meslek öğrenmeye başlamışlardır. Bu kapsamda meslek okulları; Bursa torna, İzmir ağaç işleri tezgâhı, Aydın demir testere tezgâhı, Konya zımpara taşı tezgâhı üreterek tüm okulların ihtiyacı karşılanmaya çalışılmış.
1938 yılında çıkarılan 3457 sayılı Yasa ile 100 den fazla işçi çalıştıran işletmelere çırak, kalfa ve usta yetiştirmek, işçilerin bilgilerini geliştirme zorunluğu getirilmiştir. 1940’ların ilk yıllarında Eskişehir ve Sivas Devlet Demiryolları ile Makine Kimya Kurumu tesislerinde çırak okulları açılmıştır. Bu yıllardan başlayarak illerin ekonomik durumlarına ve yerel ihtiyaçlara bakılmaksızın her ilde meslek okullarının açılmasıyla; küçük esnaf ve sanayiye liderlik yapmak, devletin kurduğu fabrikalara eleman hazırlamak, azınlıkların elindeki sanatlarda eleman yetiştirerek Türklerin girişini hızlandırmak ve vatan savunması için gerekli eleman yetiştirmek hedeflenmiştir. Ayrıca yerel koşullara bakmadan açılan meslek okullarının çevrede gelişimi artıracağı beklentisi yurtta yaygınlaşmıştır. Ancak yeterli işyeri ve iş bulamayanlar göç etmeye başlamıştır.
1941 yılında MTE Müsteşarlık düzeyinde yapılandırılarak önemli yetkilere sahip olunmuş ancak yerel düzeyde sanayiciler ve işletmecilerle ilişkileri zayıflamış karar sürecinin dışında kalmalarına neden olunmuştur. Programlar alanında uzman olmayanların çoğunlukta olduğu kurullarca onaylanmıştır. Meslek ve teknik eğitim bireysel ve yöresel niteliklerinden dolayı sadece merkezi kararlarla yürütülemez ve yerel düzeyde katılımın sağlanması gerektiğinin hayati önemi gözardı edilmiştir.
Gelişmiş ülkelerde meslek okullarında meslek dersleri ve atölye öğretmeni olabilmek için belirli bir yıl işletme deneyimi arandığı için o dönemdeki Erkek Meslek Öğretmen okuluna girmek isteyen ilk adaylarda sanat okulunu tamamladıktan sonra iki yıl sanayi tecrübesi istenmeye başlanmış. Meslek okullarına önceleri imtihanla işçi, çiftçi, fakir ve köylü ailelerin çocukları gönderilirken iş imkânlarının çoğalması, ücretlerin artmasıyla orta halli ve memur aileleri de gönderilmeye başlamış. Mesleki eğitime başlama yaşı ilkokul ve ortaokul sonrası olarak farklı uygulamalar yapılmış. Meslek ayırımı olmaksızın ilk bir-iki yıl ortak temel mesleki beceriler kazanarak alan seçimi kararı vermeleri sağlanmış.
Kız sanayi mekteplerinde sanat okulunu tercih eden öğrenciler ilk yıllarda kültür derslerine diğer sultanilere yakın yer verilen umumi derslerle, biçki-dikiş ve çamaşır şubelerinden birini seçen asli öğrenciler yanında açılan seyyar sınıf Akşam Sanat Okulunda “seyyar talebe” adı verilen ve yalnız istediği sanat derslerine devam eden öğrenciler de olmuş.
Ankara Meslek Öğretmen Okulu, Kız Enstitülerine öğretmen yetiştirirken çok az sayıda zorlu bir eleme sınavıyla öğretmen adayı kabul etmekteydi. İlk eleme okullarda yapılır, derslerinde başarılı olması yanında öğretmenler kurulunda “öğretmen olmaları uygun görülenler” iki aşamalı giriş sınavı ilk aşaması okulunda resim ve kompozisyondan yapılırmış. Alınacak öğretmen adayının iki katı kadar öğrenci kendi belirlediği meslek dalında bir hafta süren beceri sınavı sonrasında mülakata alınırmış.
“Yerel yönetimlerin, esnaf – ticaret – sanayi odalarının mesleki eğitime kaynak tahsis etmesi/harcaması hesap sorma/sahip çıkmasına vesile olabileceği, 1930 yılında mezuniyet sınavları yapıldığı, bölge okulu uygulamasının 1931 yılında uygulandığı, 1935 lere kadar mesleki eğitim mahalli denetleme heyetleri kurulduğu, bitirme sınavlarının iş hayatında yapıldığı, fabrika-esnaf ve yöresel sanatların devamı gibi üç konu dikkate alındığı, 1940’lı yıllarda uygulanan politikalarla tartışmalar başlamış, okul-çevre ilişkileri zayıflamış, yöresel ekonomik gelişim düzeyi dikkate alınmamış, her yerde her program açılmış, işyeri bulunamadığı için iş bulmak isteyenler göçe zorlamış, bu durumu bakanlık başmüfettişi Rıfat Şancı; “MTE manastır hayatına kapandı” ifadesiyle özetlemiştir.
Tüm bu bilgiler birlikte değerlendirildiğinde; mesleki eğitim tarihimizde yerini almış, meslek yaşamıyla önemli katkılar sağlayarak Osmanlı İmparatorluğu sonrasında kurulan Türkiye Cumhuriyetinin ihtiyacı olan nitelikli insanları yetiştirmiş eğitim kurumlarını ve sürecini kurgulamış yukarıda isimleri zikredilenlerin unutulmayıp isimlerinin meslek liselerine verilerek yaşatılmaktadır. Bugün mesleki eğitim hizmetinde ve karar noktalarında bulunanların yaşananları tekrar hatırlamaları iyi-kötü yüzyıllık bir mesleki eğitim tarihi ve mirası bulunduğunu bilmemiz geleceğimizi şekillendirmede faydalı olacaktır.